fbpx
Anne ve Babalar Neden Spor Yapmalı?

Çocuklarımız doğdukları günden itibaren hayata dair her şeyi ilk olarak anne ve babalarından öğrenir. Anne ve babalarını özellikle kendilerine rol model olarak seçerler ve taklit yöntemi ile hayatlarına ve kişilik özelliklerine yön verirler.

Çocuklarımızın kendileri ile barışık, özgüven sahibi, ne istediğini bilen, kararlı bir yapıya sahip olmasının yolu da hiç şüphesiz ebeveynlerinden geçer. Etrafını keşfetmeye başladıkları ilk andan itibaren çevresinde olup biten tüm davranışları taklit eden çocuklar için ailelerin nasıl bir hayat sürdükleri oldukça önemli ve etkili. Bu noktada ise çocuklarımıza yalnızca söylediğimiz sözler değil gösterdiğimiz davranışlarımız etkilidir. Sigaranın kötü bir şey olduğunu söylerken sigara içilmesi, çocuk açısından sigaranın içilebilir olduğu anlamına gelecektir. Sağlıklı bir hayat için sporun çok önemli olduğunun söylenmesi fakat sportif hiçbir faaliyette bulunulmaması çocuk açısından sporun çok da gerekli olmadığı anlamına gelir. Bu nedenle tüm anne ve babalar çocuk için rol modeldir.

Bebeklik Döneminden Yetişkinlik Dönemine Kadar Ailenin Etkisi

Çocuklarımız için hepimiz daha anne karnındayken en iyisini hayal eder ve onlar için neler yapabileceğimizi planlamaya başlarız. Ancak birçok ebeveyn bu noktada bir şeyi atlar; aile bilinci. Peki, ne demek istiyorum “aile bilinci” derken? Çocuklarımız anne babalarını, biraz büyüdükleri zaman izledikleri çizgi karakterleri, etrafında sık gördükleri kişileri akıllarına kodlar ve kendi konuşma ve davranışlarına uyarlar. Tüm bunlar ise çocukların kişiliklerine ve gelişimlerine etki eder. Çocuklarımızın alışkanları üzerinde onlara eğitim verirken başta kendimizi eğitmemiz gerekir. İşte tam olarak burada aile bilinci devreye girer. Ben bu yazımda sporun çocuklar üzerindeki öneminden bahsetmek istiyorum. Sporun çocuklarımız üzerindeki etkisinden bahsetmeden önce ise bu yazımı okuyacak olan tüm ebeveynlere hayatlarına sporu yerleştirmelerini tavsiye ediyorum.

Spor ve Çocuklar

Spor yaparak büyüyen çocuklar sağlıklı fiziksel ve zihinsel gelişimlerinin yanı sıra disiplinli bir hayata, özgüvenli bir karaktere sahip olur. Özellikle günümüzde çocuklarımızın çok erken dönemde telefon, tablet, bilgisayar ve televizyon alışkanlıkları olduğunu göz önüne alırsak onlara spor alışkanlığı kazandırmamız oldukça önemlidir. Hareketsiz ve sağlıksız bir yaşamdan düzenli ve sağlıklı bir nesil için çocuklarımıza bu konuda örnek olmamız gerekiyor. Spor yapmanın bir sorumluluk değil bir gereklilik olduğunu kabul etmeli ve hayatımıza sporu entegre etmeliyiz. Böylece bizi örnek alan çocuklarımızın küçük yaşlardan itibaren spor ile iç içe olmalarını sağlayabiliriz. Spor ile bir arada büyüyen çocuklarımız sayesinde sağlıklı yetişmiş bir nesil, düzenli, disiplinli, kararlı, ne istediğini bilen, başarılı, sorumluluk sahibi, duygularını kontrol edebilen, iletişimi kuvvetli ne daha nice olumlu karakter özelliklerine sahip bir nesil yetiştirmiş oluruz.

“Dünyada spor hayatı, spor alemi çok önemlidir. Bu kadar önemli olan spor hayatı bizim için daha önemlidir.”       

                                                                                                                              MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

“Şanslı” olmak doğuştan mı geliyor yoksa “Şans” kişinin kendi çabaları ve yaptığı hazırlıklar ile mi yaratılıyor? Gelin, bugün bu konu hakkında biraz sohbet edelim. Kariyerinde oldukça başarılı, özel ve sosyal hayatlarında her şeyi yolunda giden kişileri genelde hepimiz çok şanslı olarak adlandırırız. Fakat işin arka planında yatan hazırlıkları, çalışma evresini hesaba katmayız. Kendimizi o kişilere nazaran “Şanssız” olarak değerlendiririz. Gittiğimiz okulları kıyaslar, büyüdüğümüz çevreler arasında karşılaştırma yapar ve zaman zaman da onların arkasında kuvvetli referansları olduğuna dolayısıyla geldikleri noktaya referansları sayesinde erişebildiklerine kendimizi inandırırız. Elimizi attığımız her işi kuruttuğumuza kendimizi inandırmışken önümüze çıkan fırsatları neden değerlendiremediğimizi objektif bir şekilde hiç düşündünüz mü?

ŞANSSIZ MISINIZ YOKSA HAZIRLIKSIZ MI?

Hayatımızın her alanında ilerlerken önünüze sürekli engeller çıktığını bu nedenle adım attığınız bir işi sonuca bağlayamadığınızı düşünüyorsanız öncelikle “Şanssız mısınız yoksa hazırlıksız mı?” sorusunu detaylı bir şekilde düşünerek cevaplamanızı rica ediyorum. Bazen kendimizle ilgili olumsuz konularda kendimize karşı dürüst davranmak yerine türlü bahaneler bularak kendimizi aklamaya çalışırız ve günün sonunda şansın bizimle olmadığına ikna oluruz. İç hesaplaşma yaparken elimize kalemi alır yaptıklarımızı sıralarız ama nedense yapmadıklarımızı bir türlü kağıda dökmeyiz. Yapmadıklarımızı kağıda dökmememizin sebebi ise ya gerçekten farkında olmamamız ya da bunlarla yüzleşmek istemememizdir. Halbuki şanslı olmak ve fırsatları değerlendirebilmek; yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın ortalamasıdır.

ŞANSIN SİZİNLE OLMASI İÇİN NELER YAPMALISINIZ?

  • Konfor Alanı: Konfor alanınızı gözden geçirmelisiniz. Peki, nedir bu sık sık duyduğumuz konfor alanı? Kendi tecrübelerimi göz önüne alarak söyleyebileceğim şey, birçoğumuzun risk almaktan kaçındığı ve alışmış olduğu rutin hayatını devam ettirdiği… Daha açık söylemek gerekirse başarmak istediğimiz bir şey ya da gelmek istediğimiz konum ile ilgili yapabileceklerimize adım atmamak. Örneğin hedefimiz ile ilgili kitaplar okumamak, önümüzdeki örneklerin neler yaptığını araştırmamak, kendimize hedefimiz ile ilgili katmamız gereken ne varsa bunları yapmadan yalnızca sonuca ulaşmayı beklemek… İşte tüm bunlar konfor alanımızın yani kendimizi güvende ve sakin hissettiğimiz alanın içerisinde yer alıyor. Fakat bizim yapmamız gereken hızla bu alandan çıkmak ve hedefe doğru koşmaya başlamak.
  • Şansı Kendiniz Yaratırsınız: Şansın doğuştan gelen bir özellik olduğuna inanırsanız hayatınız boyunca birbirinden farklı birçok fırsatı kaçırırsınız. Halbuki şansı kendi çabalarınız ile yarattığınıza inanırsanız ve başarmak istediğiniz olgu için gerekli çalışmaları yaparsanız kendi şansınızı kendiniz yaratırsınız. Unutmayın, şans; fırsat ve hazırlığın çocuğudur.
  • Beklenmedik Anda Çıkan Fırsatlar İçin Hazır Ol: Fırsatlar genelde hiç beklemediğimiz anlarda karşımıza çıkar. Yeni bir işe ihtiyacınız olmadığını düşündüğünüz anda karşınıza yeni bir teklif gelmesi ve sizin bunu değerlendirebilmeniz tamamen öncesinde yapmış olduğunuz hazırlık ile ilişkilidir. Daha açık söylemek gerekirse karşınıza çıkan fırsatı değerlendirerek hayatınıza yeni bir yön verebilmeniz ya da yeni bir artı katabilmeniz için şanslı olmanız değil hazırlıklı olmanız gerekmektedir. Sizin kendinize kattığınız her değer kendi şansınızı yaratır.
  • Kendinize Sorular Sormaktan Kaçınmayın: Varmak istediğiniz hedef için yürüdüğünüz yolda kendinize sık sık sorular sorun. “Hedefim için neler yapıyorum, yürüdüğüm yolda sonuca varanlar bu yolda neler yapmış, konu ile ilgili eksiklerim neler, daha fazla ne yapabilirim?” İşte, bunlar ve bunlar gibi soruları kendinize sormaktan ve daha da önemlisi açık bir şekilde kendinize cevap vermekten asla kaçınmayın.

Talih, çalışmak istemeyenlere yardım etmez”

                                                                    SOPHOKLES

Her konuda bir fikrimiz olmalı mı ya da yalnızca bir şey hakkında her şeyi mi bilmeliyiz? Arkamıza yaslanıp kendimizi sakin bir şekilde dinlediğimizde istisnasız hepimiz birçok şey hakkında çok fazla bilgi sahibi olduğumuzu düşünürüz. Mutlaka çok iyi bildiğimiz bir alan vardır ama genel kültür ve günlük hayatın içerisinde gelişen gündem konuları da dahil her şey için çok fazla bilgi sahibi olduğumuzu ve düşüncelerimizde haklı olduğumuzu sanırız. Aslına bakarsanız yanıldığımız nokta da tam olarak burada başlar. Bugün uzun zamandır yazmayı planladığım bir konu hakkında sizlerle biraz konuşmak istiyorum.

Yaşadığımız ülke bir yana, yaşadığımız dünyada hayattan geri kalmamak ve geleceği inşa ederken doğru adımlar atabilmek adına mutlaka gündemi takip etmemiz gerekir. Ancak gündemi takip ediyor olmamız konular hakkında yeterli ve doğru bilgilere sahip olduğumuz anlamına gelmez. Birçok insanın dinlediklerinden dolayı fikirlerinin olmasının ve kendi fikirlerinin en doğrusu olduğunu düşünmesinin nedeni olayları yalnızca dışarıdan takip etmekle yetinmeleridir. Oysa yapmamız gereken dünyada olanları takip ederken bununla yetinmeyip yeteri kadar bilgiye sahip olabilmemiz adına gereken araştırmaları da yapmaktır. Bugün dönüp yanımızdaki kişiye “Dolar neden artıyor? TL neden değer kaybediyor? Rusya neden Ukrayna’ya savaş açtı?” vs gibi sorular sorduğumuzda birçok kişinin vereceği cevap; “Yabancı ülkeler bizim iyi olmamızı istemiyor çünkü topraklarımız dünyanın başka hiçbir yerinde yok. Bu yüzden dolar artıyor ama ben zaten hep 50 liralık mazot alıyorum. Rusya zaten çok kinci bir ülke. Her yer onun olsun istiyor bu nedenle Ukrayna’ya saldırıyor” olacak… Ne kadar acınası ve komik değil mi? Ancak bu tarz cevapları duyduğunuz kişiler her zaman bir kalemin kağıt bir kağıdın masa olduğunu iddia ederler size ve sonuna kadar da bu düşüncelerini savunurlar.

Sizlere anlatmak istediğim yalnızca gündemimizde olan siyasi ve ekonomik olaylar değil tabii ki. Fakat yaşadığımız kısa hayatımızın içinde dolu dolu bir insan olabilmek ve bu dünyada hem kendimiz hem geleceğimiz için bir iz bırakabilmek adına her şey ile ilgili doğru ve yeterli bilgiye sahip olmalıyız. Tüm bunların yanında ise kendimize bir uzmanlık alanı seçmemiz gerekiyor. İlgimizin ve yeteneğimizin olduğu bir konunun üzerine giderek bu konuda her şeyi bilmeliyiz, bu benim için “Spor Pazarlaması” diyebilirim. İdeal insanın her şey hakkında bir şey, bir şey hakkında her şeyi bilmesi gerektiğine inanıyorum. Ben bir masada oturduğumda uzmanlık alanım dışında bir konuda araştırdığım ve gerçekliğini bildiğim fikirlerimi sunabilirim ancak kimseyle münakaşaya girmem. Eğer o masada konu spor pazarlaması olursa bu defa hiç susmadan konuşabilen olabilirim. Ben kendimi her şey hakkında bir şey ve bir şey hakkında her şey düşüncesine göre geliştiriyorum. Bu düşünce de tartışmalara mutlaka açıktır ancak bu şekilde ilerlemenin de doğru olduğunu düşünüyorum. Zira her şeyi çok iyi bildiğini iddia edenler genel olarak hiçbir şey bilmeyenlerdir ve çoğu zaman beyazın siyah siyahın beyaz olduğunu savunurlar. Bu konuda Sigmund Freud üzerine saatlerce düşünülmesi gereken bir söz söylemiş;

Bazen bir puro sadece bir purodur. Ve bazen bir puroyu başka bir şey zannetmekte ısrar etmek daha büyük yanılgıların kapısını açar…”

Son dönemlerde yaşadığımız olağanüstü fiyat artışları ile birlikte yalnızca fiyat etiketlerinde değil hayatımızda da birçok şey değişmeye başladı. Sosyal aktivite, günlük hayat rutini ve daha birçok şey… İnsanların günlük hayat koşturmasından bir nebze de olsa uzaklaşabildiği anlar dışarıda arkadaşları ya da aileleri ile geçirdikleri zaman, yemeğe gitmek ya da bir şeyler içmek, sinema ya da tiyatroya gitmek gibi yaptıkları aktivitelerdi. Hepimizin kafasını biraz dağıtmaya ihtiyaç duyduğu aşikar fakat artık öyle bir zamana geldik ki kafamızı dağıtmak bile stres yaratır hale geldi. Bu durum özellikle de dar gelirli aileler üzerinde etkisini göstermeye başladı. Zira insanlar tüm yoğunluklarından artan vakitlerde dinlenmek ya da enerji depolayabilmek için eve kapanmak ve bir şeyleri kendileri hazırlamak yerine daha çok dışarıda vakit geçiriyordu. Ancak günümüzde fiyatların artması ile birlikte hayatımızda birçok şey değişmeye başladı.

YAŞAM STANDARDIMIZ DÜŞÜYOR!

İnsanların kazandıkları paralar her ne kadar birim fiyat olarak artsa da aynı oranda hatta belki artan maaş oranlarından daha fazlası ile giderlerde de artış yaşanıyor. Kişisel zevke dayalı olarak üretilen tüketim grubu ürünleri bir kenara temel ihtiyaç grubu içerisinde yer alan ürünlerde de oldukça yüksek fiyat artışları yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Dolayısıyla insanlar standartlarını her ne kadar düşürmek istemese de birtakım davranış biçimini değiştirmek zorunda kalıyor.

Anlatmak ve konuşmak istediğim konuyu netleştirebilmek için birkaç örnek vermek istiyorum. Örneğin sıkça yaptığımız ve yapmaktan genel olarak hepimizin keyif aldığı arkadaş buluşmaları yavaş yavaş dışarıda değil evde planlanmaya başladı. “Bugün de dışarıda yemek yiyelim” diyerek hiç hesaplama yapmadan dilediğimiz gibi plan yapabilirken geldiğimiz noktada “Ödeyeceğim ücrete değecek mi?” diye düşünerek dışarıda yeme-içme alışkanlığımızdan feragat etmeye başladık. Bazen de biraz eğlenelim, bir iki kadeh yudumlayalım derken birçok insan artık alkolünü bile evinde yapmaya başladı. Öyle ki bu konuda ustalaşmaya bile başladılar. Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşım evinde yaptığı şaraptan hediye ederek “Tadım zamanı geldiğinde sana söyleyeceğim. Bana fikirlerini dürüstçe söyle lütfen, eksikleri birlikte tespit edelim” dedi. Pandemi döneminin başlarında her yerde evinde ekmek yapan insanları görürken şu an evinde alkol üreten kişileri görür olduk.

Hayatımızda değişmeye başlayan o kadar çok alışkanlık var ki. Aslında bakarsanız bunlara alışkanlık demek doğru mu bilemiyorum. Değişmeye başlayan ya da değiştirmek zorunda kaldığımız şeyler hepimizin yapmakta hak sahibi olduğu ve feragat etmemizin söz konusu bile olmadığı en temel ihtiyaçlardan. Tüm yıl çalışıp bazılarımızın 15 gün bazılarımızın daha fazla da olsa dinlenmek için gittiği tatiller bile artık düşünülmeye başlandı ya da “Kısa da olsa güzel bir tatil yapabilmem için tüm yıl bazı şeylerden fedakarlık yaparak para biriktirmem gerekiyor” demeye başladık. Kendi adıma burada bahsettiklerim ve bunlar gibi ihtiyaçlarımızı yapabilmemiz için herhangi bir şeyden feragat etmememiz gerektiğine inanıyorum, belki ufak fedakarlıklar da bulunabiliriz ama bir şeyi yapmak için diğerinden vazgeçmek benim fikrime göre yanlış zira burada bahsettiklerim lüks ihtiyaçlar değil. Kısaca; “Her seçiş bir vazgeçiş” olmamalı!

Önceki Blog Yazılarım İçin Buraya Tıkla!

Günümüzdeki en büyük sorunlarımızın, yaşadığımız çağın “Hızlı” olmasından kaynaklandığını biliyor muydunuz? Hızlı yaşamak, hızlı yaşarken birçok şeyin farkına varamamak ve bu nedenle andan keyif alamamak… Her şeyin hızlı yaşanıyor olması insanları genellikle mecburen de olsa koşuşturma halinde olmaya itiyor. Kendimizi sürekli olarak bir şeyleri halletmek zorunda hissediyoruz ve bu his her zaman yapılması gereken işlerle ilgili olmayabiliyor. Bazen bir arkadaşımızla konuşmak bazen gelen mesaj ya da maillere geri dönmek… Günlük hayatta bize iyi gelebilecek aktiviteler için bile artık bir sorumluluk gözü ile bakmaya başladık. Peki sizce bu durum bizi nereye doğru sürüklüyor dersiniz? Ben size çevremden duyduklarımdan yola çıkarak söyleyebilirim, depresyona…

Geçtiğimiz günlerde çevremden biriyle konuştuğumda bana şundan bahsetti; “Hayat çok hızlı. İnternet dünyası, ulaşmak istediğimiz şeylere erişim süremiz, çok uzaklarda olan biri ile yan yanaymış gibi istediğimiz an görüşebiliyor olmamız, iş hayatının teknolojiye bağlı olarak çok daha hızlı ilerliyor olması vs… Her şey anında olabiliyor ve bu gerçekten bana kendimi çok yorgun hissettiriyor. Kendimi tüm bunların içinde geride kalmış gibi hissediyorum. Her an hayata yetişmeye çalışıyormuşçasına koşturma halindeyim ve sanki hiçbir şeye yetişememiş gibi hissediyorum. Yaşadığım andan keyif alamadığım gibi beni neşelendirmek isteyenleri de sorumluluk olarak görmeye başladım ve bu yüzden onlarla görüşmeyi bile reddediyorum. Aslına bakılırsa hayatın hızı beni hayatın tadından uzaklaştırıyor ve artık çoğu zaman her şeyden ve herkesten uzak kalmak istiyorum”. Sizce bu nasıl bir his? Bana kalırsa her şeyin farkında olduğu halde insani ilişkilerinde ve kariyer kazanımlarında zaafa uğramışlığın getirdiği bir his.

Hız ile Yarışmalı mıyız?

Günümüzde her şeyin hızlı yaşanıyor olması bizleri kısır döngü içine sokuyor. Hayatın içinde insanlar ile olan ilişkilerimiz, insani duygularımız ve bazen de edindiğimiz kazanımlar çoğu kez sekteye uğruyor. Öyle bir döngü içerisinde yaşıyoruz ve hatta bazılarımız için yaşamaya çalışıyoruz ki bugün yaptığımız en basit şeyleri bile geleceğimiz için bir adım olarak görüyoruz. İçinde bulunduğumuz anda somut bir şey elde etmeden vakit geçirirsek kendimizi sorumsuz ya da suçlu olarak hissediyoruz. Artık başkaları ile değil kendimizle ve zamanla yarış içinde olmamız ise bizleri hem fizyolojik hem de mental olarak büyük bir bozguna uğratıyor. Devamlı olarak bir şeylerin hızına yetişmemiz gerektiği hissine kapıldığımız zaman odak noktamızı kaybediyor ve stres dolu bir hale bürünüyoruz. Etrafımızda ya da hayatımızda gerçekleşen güzel şeylerin farkına bile varamıyor ve anın keyfini çıkaramaz hale geliyoruz. Tüm bunların farkına vardığımızda ise hayata bakıyor ve hızlı ilerleyen çağa yetişmemiz gerektiğine kendimizi inandırıyoruz. Böylece hızlı dünyaya yetişmeye çalışırken rotamızı kaybediyoruz. Sanıyorum anlatmak istediğim düşünceyi Çek asıllı Fransız yazar ve şair olan Milan KunderaLa Lenteur (Yavaşlık)” adlı eserinde anlatmış;

“Yavaşlığın düzeyi anının (hatıranın) yoğunluğuyla, hızın düzeyi ise unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şey anımsamak isteyen kişi yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan kişi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır”.

Önceki Blog Yazılarım İçin Buraya Tıkla!