fbpx

Geçtiğimiz yıl başlayan pandemi süreci hepimizin hayatında büyük ve hiç alışık olmadığımız değişiklikler yapmamıza sebep oldu. Hayatımızı istediğimiz gibi yaşarken şimdi hayatımızı belirlenen kurallar çerçevesinde yaşar olduk. Yalnızca işimiz için evden çıkıyor gerekmediği sürece evimizde vakit geçiriyoruz. Daha önceki yazılarımda pandemi döneminde tembelleşmeye yatkınlaştığımızdan, market alışverişlerimizi bile uygulamalar aracılığı ile yaptığımızdan bahsetmiştim. Söz konusu sağlığımız ve tüm insanların sağlığı olunca da tüm kurallara bilinçli bireyler olarak uymaya gayret gösteriyoruz. Gayret gösteriyoruz tabii ama peki hayatımızda neler değişti?
Yetişkinler olarak bile pandemi döneminden ve bu dönemin getirdiği bazı zorunlu kurallardan oldukça fazla etkilendik. Bizler bile sıkılmaya, enerjimizi atamamaya başladık. Peki ya çocuklar? Sizce de bu dönemden en çok etkilenen çocuklar olmadı mı? Dışarı çıkabilmeleri belirli saatlerde serbest olan çocuklarımız bu sınırlama olmadığı dönemlerde bile yeterince bunaldı. Eskisi gibi dışarı çıkamayan, arkadaşları ile oyunlar oynamayan çocuklarımızın vakitlerini evimizde kaliteli anlara dönüştürmek bizim için de giderek zorlaşıyor. Pandemi döneminden önce çocuklarımız günlerini dışarıda, parklarda, okulda ya da kreşte arkadaşlarıyla geçirirlerdi. Şimdi istedikleri gibi dışarıda oynayamadıkları gibi eğitimlerini de evden online olarak görmeye başladılar. Dersler bile online eğitim olarak verilirken ve biz ebeveynler çocuklarımızı virüsten koruyabilmek adına olabildiğince onların evde vakit geçirmesini sağlamaya çalışırken bir yandan sağlıkları nasıl etkilendi? Bugün bu konuya değinmek istiyorum. Sanıyorum gidişat bu şekilde devam ettiği sürece ilerleyen zamanlarda çocuklarımızı daha farklı sağlık problemleri karşılayacak…

Çocukları İleride Neler Bekliyor?

Pandemi dönemi ile değişen tüm alışkanlıklar, aktiviteler, yönelimler bizleri ve özellikle çocukları yalnızca mental olarak değil aynı zamanda sağlık açısından da kötü etkilemeye başladı. Tahminimizden çok daha uzun süren ve görünüşe göre bir süre daha eski hayatımıza dönmemize izin vermeyecek olan bu pandemi dönemi, yeni normal olarak kabul ettiğimiz ve buna göre yaşamaya başladığımız rutinimizde de değişiklikler yapmamızı gerektiriyor. Hem yetişkinlerin hem de çocukların ileride daha farklı sağlık sorunları yaşamaması için dikkat etmesi gereken bazı noktalar var gördüğüm, özellikle de çocuklarımız için…
Yaşamaya başladığımız ve hiç alışık olmadığımız bu süreç en çok da çocuklarımızı etkiledi. Çocuklarda uyku düzensizlikleri, yetersiz aktivite, yeme bozuklukları gibi birçok sorun yaşanmaya başladı. Neredeyse tüm vaktini evde geçirmeye başlayan çocuklar istediği an istediği yiyeceğe rahatlıkla ulaşabiliyor. Eğitimlerini de online olarak almaya başlamaları ders esnasında bile yemek olmasa bile atıştırmalık tüketmelerini artırmaya başladı. Okulda yüz yüze eğitim görürlerken ders esnasında bir şey yemeleri yasaktı. Ders aralarında yeseler bile enerjilerini tüketecekleri ve yediklerini yakabilecekleri zamanları ve alanları vardı. Şimdiyse ne enerjilerini tüketebilecekleri ne de yediklerini yakabilecekleri yeteri kadar alanları yok. Hal böyle olunca çocuklarda kilo artış problemleri ortaya çıkmaya başladı. İlerleyen yıllarda ise obezite problemleri yaşamaları oldukça yüksek bir ihtimal halini aldı.

Spor Sayesinde Obezite ile Savaşabiliriz!

Ebeveynler olarak her ne kadar çocuklarımızın sağlığı için çabalasak da bazen yaşam şartları önümüze geçebiliyor. Çocukların sıkılmaları, psikolojik olarak kötü etkilenmeleri ve bocalamaları onlara olması gerekeni yaptırmamızı zorlaştırıyor. Evde vakit geçirmek zorunda kaldıkları için devamlı bir şeyler yeme ihtiyacı duymaları, yeteri kadar enerji atamamaları ve yediklerini yakamamaları, kendilerini daha fazla teknolojiye vermeleri ve oturarak vakit geçirmeleri çocuklarda ilerleyen yıllarda obezite problemine yol açacak. Burada antrenör arkadaşlarıma da tavsiyem ilerleyen yıllarda daha fazla çocuk öğrencileri olacağını öngörüyor olmamdan dolayı bu konuya ağırlık vermeleri. Önümüzdeki ilk 5 yıl içerisinde spor salonlarına obezite problemi ile savaşan ya da obezite riski yüksek olan çocukların talep göstereceği aşikar. Bu nedenle de antrenör arkadaşlarımın bu noktaya eğilmelerinin oldukça önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

Spor yapmak ya da düzenli bir şekilde spor yapmak senin için bir rutin mi yoksa başlayıp bırakanlardan mısın? Belki de devamlı “Yarın kesinlikle spora başlıyorum!” deyip ertesi gün olunca vazgeçenlerden, erteleyenlerden misin? Spor yapmak, bedenimizi güçlendirmek, ruhumuzu dinlendirmek, düşüncelerimizi temizlemek ve bunlar gibi birçok nedenle hepimizin karar verdiği ama zaman zaman başlayıp bıraktığımız zaman zaman da “Şimdi spor yapmak için mutlaka uygun kıyafet, ekipman gerekir, sonra başlarım” diyerek ertelediğimiz bir ihtiyaç aslında. Alışkanlık haline gelmesi gereken ama ipin ucunu genelde kaçırdığımız ve önemini bir türlü kavrayamadığımız bir ihtiyaç… Bazen tükendiğimizi hisseder bırakırız, bazen ruhsal bir çöküntü dönemine gireriz, bazen kendimize koyduğumuz bir hedef varsa acele edip hedefe ulaşamadığımızı düşünürüz, bazen de gün içerisinde çok meşgul olduğumuzu ve boş zamanımız kalmadığını düşünürüz ki aslında spor boş vakitlere sığdırılmaya çalışıldığı için bu problem ortaya çıkar.

Sporda Motivasyonun Önemi

Hayatta istediğimiz bir şeyi başarmak ya da istediğimiz bir şeye başlamak için ihtiyaç duyduğumuz ilk şey motivasyon değil midir? Spor için de aynı şey geçerli, motive olmak. Motive olduğumuz her şeyden çok daha kolay ve hızlı sonuç alırız. “Evet ama ilk başta hepimiz motive oluyoruz, sorun motivasyonumuzu kalıcı kılabilmekte” dediğinizi duyar gibiyim. İşte burada kendimize motivasyonumuzu ve isteğimizi yani dinamizmimizi ayakta tutacak yöntemler bulmamız gerekiyor. Öncelikle kendimize uygun olan zaman diliminde ve uygun olan program ile spora başlamamız ve devam etmemiz oldukça önemli. Aksi takdirde ilerleyen dönemde ya vakitten yana sorun yaşayacak ya da programınızdan sıkılacak ve sporu bırakacaksınız. Ayrıca sporun yukarıda söylediğim gibi boş zaman aktivitesi olmadığını, spor için vakit yaratılması gerektiğini kabullenmemiz gerek. Sporun gün içerisinde boş zamanlarımızda yapılabilecek bir aktivite olduğunu düşünüp kendimizi bu fikre inandırdığımızda mutlaka ilerde o boş vakitler için farklı aktiviteler bulunacak ve spor ertelenerek zamanla bırakılacaktır.
Spor yapmaya karar verdikten sonra başlarken kendimize birden fazla saatler ve çok yoğun antrenman programı ile yüklenmememiz gerekiyor. Belki en başta kendimizi alıştırmak için günlük yürüyüşler bile sporu rutinimiz haline getirmek için büyük bir adım olabilir. Tabi bunların arasında en önemlilerinden bir tanesi de zevk alacağımız spor çeşidini bulabilmek. Bununla ilgili bir fikrimiz yoksa denemeler yapabilir, en çok keyif aldığımız spor çeşidini bulunca da bunu rutinimiz haline getirebiliriz. Spor yaptığımız esnada kendimize motivasyon destekli spor için özel müzik listeleri de hazırlayabiliriz. Spor yaparken gelecek ile ilgili ya da günümüz ile ilgili planlar yapmak, hayal kurmak da ruhumuza iyi gelecektir.

Spor Hayatını Renklendirir Sen de Sporunu Renklendir!

Sen de spor yapmak istiyorsun ama adım mı atamıyorsun? Kış günlerinde sıcak yataktan çıkmak mı zor geliyor ya da yaz günlerinde sıcaktan kaçmak mı istiyorsun? Belki de spor için kendinize bir farkındalık oluşturmanız gerekiyordur? Mesela spora başladıktan sonra vücudunuzda ve zihninizde hissettiklerini not alabilir ve kendi gelişiminizi takip edebilirsiniz. Sporun hayatınızda yaratacağı değişimleri gördükçe daha fazla adapte ve motive olacaksınız. Başlamak içinse kendinize Nike’dan spora uygun güzel bir spor ayakkabı hediye edebilirsiniz. Aynı şekilde kendinizi renklendirip daha çok hevesinizin artması ve içinizin şenlenmesi için Stan Socks markasının çıkardığı renkli çoraplardan alabilirsiniz. Spor hayatımızı renklendirirken biz de bu sayede sporumuzu renklendirebiliriz. Böylece spor için ayırdığımız vakti hem daha eğlenceli hem de daha rahat bir şekilde geçirebiliriz.

Kimin aklına gelirdi ki bir gün tamamen evlere kapanacağımız, birçok iş yerinin kapanacağı ya da açık kalanların doğru bir yol izleme konusunda hata yapacağı için neredeyse batma noktasına geleceği? Bir virüs ile tüm dünyanın kepenk kapattığı, kepenkleri kapatılmasa da kendisi kapatmak zorunda kaldığı ve tüm insanların evine kapandığı olağanüstü bir duruma şahitlik ediyoruz. Şahitlik etmek her ne kadar akıllara kısa bir an için kullanılırmış gibi gelse de biz tam 1 yıldır bu şahitliğe devam ediyoruz çünkü her gün şaşırdığımız olaylara bir yenisi ekleniyor. Bir çoğumuzun ne olacak merakıyla başladığı pandemi dönemi gün geçtikçe insanları karamsarlığa sürükledi. Daha önce tecrübe edilmemiş bir dönemi yaşamak insanlara özellikle de bir markası, işletmesi olan bireylere neyi nasıl yapacağını şaşırttı. İşte tam burada strateji belirlemek oldukça önemli bir rol oynadı. Ne için? Tabii ki hayatta kalmak, ayakta kalmak ve bu eşi görülmemiş dönemden daha sağlam çıkabilmek için…
Pazarlama stratejileri genelde bilindik yollar ve grafikler ile oluşturulurdu. Ancak ilk defa tanıklık edilen bu pandemi döneminde düşürülen hatta bazen dondurulan bütçeler yeni stratejiler belirlemeyi gerektirdi. Yeni strateji belirlemeyi zora sokan ise önümüzdeki günlerin tahmin edilemez bir belirsizlik içerisinde olması, alışılmamış yeni satış pazarlama eğrileri oluşturma gereği oldu. Fakat ne olursa olsun pes etmeyen ve ayakta kalmak için kendine yeni yollar bulan ve deneyen herkes şüphesiz bu döneminden oldukça sağlam ve güçlü bir şekilde çıkacak, belki pandemi dönemi öncesinden çok daha güçlü bir şekilde…

Ayakta Kalmak Gerçekten Çok Zor mu?

Ayakta kalmanın en önemli adımı yalnızca kendini düşünmemek, karamsar ruh haline izin vermemek ve samimi bir algı yaratmaktan geçiyor. Tüketici algısının ve tüketicinin alışık olduğu marka bilincinin hızla değiştiği bu dönemde markaların da müşteriler için kullandığı pazarlama dilinde değişiklik yapması ve marka için yepyeni bir algı yaratması gerekiyor. Yeni bir algı yaratmak için kampanyalar yapılabilecek ilk adım olabilir. Yalnızca bulunduğu ülkeyi kapsayan bir reklam ya da kampanya teması kullanmamak ve evrensel bir şekilde hareket etmek tüketicilerin gözünde marka güvenirliliğini artıran en önemli şeylerden biridir. Yaşadığımız dönemin sağlık ile ilgili olması da belirlenecek yeni stratejiler içinde kullanılması gereken maddelerden biri de sağlık ve sosyal sorumluluk projeleri olmalıdır. Tam olarak bahsetmiş olduğum bu adımları kullanarak kendisine yeni stratejiler belirleyen markalar ayakta kalmayı başardı, başarıyor ve belli ki pandemi dönemi bittikten sonra da daha büyük bir müşteri kitlesi ile yoluna devam edecek.

Pandemi Dönemini En İyi Yöneten Markalar Neler Yaptı?

• “Arçelik” pandemi dönemini en iyi yöneten markaların başında geliyor. Arçelik markasının bu dönemde attığı en büyük ve en önemli adım üretim tesislerinde Aselsan, Baykar ve Biosys ile birlikte solunum cihazı üretilmesini sağlamaktı. İkinci adımı ise yaptığı bu çalışmayı tanıtırken “Nefes Al Nefes Ver” sloganı ile duyurması oldu. Arçelik Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Zeynep Yalım Uzun’da pandemi döneminde belirledikleri yol ile ilgili yaptığı açıklamada önceliklerinin tüm insanların sağlıkları olduğunu bu nedenle de ilk adımlarını ilk yerli ve milli mekanik ventilatörü üretmek için attıklarını söyledi. Böylece hem ülkemizin ihtiyacını karşıladıklarını hem de yurt dışına ihraç etmeyi başardıklarını belirtti.
• Bu dönemde önemli kararlar alıp adım atarak büyüme sağlayan markalardan biri de Yemeksepeti Banabi oldu. Özellikle insanların gerekmedikçe dışarı çıkmak istemediği, alışverişi evden yapabilmenin rahatlığını ve en çok da sağlık açısından koruyuculuğunu yaşayabildiği bu dönemde Banabi oldukça yaygın ve yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandı. Yemeksepeti Banabi pandemi döneminde “temassız teslimat” seçeneğini hayata geçirerek en büyük ve doğru adımlarından birini atmış oldu. Üstelik getirdikleri bu temassız teslimat özelliği ile sektöre de yeni bir kavram getirdiler ve yeni bir yön vermeyi başardılar.
• LC Waikiki pandemi döneminin henüz başındayken üretim tesislerini maske üretimine ayırdı. Sağlık için attığı bu adımı da “İyi Olmak Herkesin Hakkı” sloganı ile duyurdu. Yaptıkları açıklamada pandemi dönemi için yeni bir strateji belirlerken daha önce moda algısını yükseltmek olan pazarlama stratejilerini artık toplum yararına ve sağlığa destek olarak düşündüklerini belirttiler. Böylece hem sağlığa katkı da bulunurken hem de insanların daha fazla ilgisini ve dikkatini üzerine çekmeyi başardılar.
• Finish yalnızca toplum ve ülke yararına değil tüm dünya yararına bir hareket başlattı. “Bulaşıkları sudan geçirmeye ne gerek var. Kapatalım şu muslukları” sloganı ile bir farkındalık yarattı ve böylece pazarlama ağını genişletmeyi başardı. Üstelik reklam slogan sayesinde müşteri kitlesini artırıp su kullanımını azaltırken aynı zamanda National Geographic, Kuzey Doğa Derneği, DSİ ve Kars Valisi desteği ile birlikte Kuyucuk Gölü’nü yeniden yaşatma projesini de başardı.
Zorlu ve karanlık gibi gözüken anlarda yeni, alışılmamış ve doğru adımlar atmak birçoğumuza güç gelir. Yukarıda bahsetmiş olduğum markalar ve attıkları adımlar doğru kararlar alan markalardan yalnızca birkaç tanesi. Önemli olan içinde bulunulan durumu iyi analiz edebilmek ve buna göre cesaret göstererek hareket edebilmek. Adım atan, korkmayan ve kendini karamsarlığa kaptırmayan herkes bu dönemin sonunda başaran ve büyüyen olarak varlığını sürdürmeye devam edecek.

Moda neydi? Daha doğru bir soru sormam gerekirse; bir şeyi sevmesek, ilgimiz olmasa hatta bazen nefret etsek bile “moda” haline getirildiği için uymamız mı gerek? Sosyal medya uygulamalarının gün geçtikçe daha yaygın ve yoğun bir şekilde kullanılması hayatımıza ne şekilde etki etti? Daha önce yazdığım bir yazıda sosyal medya uygulamalarının sosyalleşmek ile nasıl bir ilişkisi olduğuna değinmiştim. Şimdiyse sosyal medya uygulamaları sayesinde hayatımızda bir “moda” ve bir “akım” haline dönüşen sağlıklı yaşam hakkında konuşmak istiyorum.

Her dönemde farklı şeylerin çok fazla paylaşıldığını, her çevreden ve her kültürden bireyin neredeyse birebir aynı şeyleri yapmaya başladığını ve bunları hayatlarının her zaman bir parçasıymış gibi yansıttıklarını hepimiz biliyoruz. Bir şeyi hobi edinmek, bir felsefeyi hayatına yerleştirmek ayrı, bir ürün ya da bir felsefe çok konuşuluyor diyerek kendisi için de, sevmiyorsa bile, uygun olduğunu göstermeye çalışmak ayrı bir konu… Tam olarak anlatmak istediğim ne zaman ve nasıl başladığı. Çok değil günümüzden 7-8 sene öncesinde, kullanılan sosyal medya uygulamalarında gidilen akşam yemekleri, gece kulüplerini görür olduk. Bu tarz paylaşımlar o kadar fazla yapıldı ki artık sabah, öğlen, akşam ve hatta gece için gidilecek yerler belirlendi. Herkes aynı yerlere akın etmeye başladı. Amaç kaliteli vakit geçirmek, keyifli bir yemek ya da eğlence anlayışına uyan yerlerde eğlenceli bir gece geçirmek miydi? Yoksa popüler olan yerlerde bulunmak, popüler olan aktiviteleri yapıyor olmak ve bunları paylaşıyor olmak mıydı?

Popülaritesi Artan Her Şey Hayatımızda Yer mi Edinmeli?

Kabul etmeliyiz ki gündemde olan aktiviteler, yiyecekler gibi farklı birçok şey çok az kişinin her zaman hayatının içerisindeydi. Peki her gün görmeye başladığımız bu paylaşımlardaki şeyler çok az kişinin zaten hayatında olan bir normaliyse neden dönem dönem belli başlı şeyler hep moda oluyor ve biz herkesten aynı paylaşımları görüyoruz? Mesela bir dönem herkesin kişisel gelişim kitapları paylaşması bahsettiğim konuya bir örnek olabilir. Kitap okumak, kitabı gerçekten okumak… Ama konu; o dönemde yalnızca kitap kapağını, kitabın ve yazarın adını insanlarla paylaşmaktı. Birçok kişinin elinde tuttuğu kitap hakkında fikri bile yoktu. Başka bir yerden bakalım biraz da… Mesela bir ara herkesin avokado paylaştığını gördük. Avokado o kadar kişiye özgü bir tat ki herkes tarafından seviliyor olması oldukça zor. Üstelik ülkemizde de oldukça pahalı. Ama bizler her gün hatta neredeyse günün her saatinde mutlaka bir şeylerin yanında ya da içinde avokado yiyen bir güruha tanıklık ettik. Her ekonomik sınıftan insanın her gün tüketmeye başladığını görür olduk. Bir kesim insan, bir moda ve hatta bir akım haline getirilen avokadonun mutlaka tüketilmesi gerektiğini düşündü. Aslında avokadonun ne için tüketilmesi gerektiğini ya da sağlığımıza ne gibi katkıları olduğunu birçok kişi umursamadı bile.

Günümüzün Modası Bambaşka!

Son zamanlarda ise yeni bir moda başladı; “Sağlıklı yaşam”. Sağlıklı yaşam herkes için gerekli olmasına rağmen günümüzde bunu hayat felsefesi edinmek yerine moda olduğu için uygulayanlar var. İlk başlarda “iyi olmak, iyi hissetmek” anlamında kullanılan sıkça duyduğumuz “wellness” kelimesi, anlam amacından sapmaya başladı ve adeta bir akım kurbanı oldu. Herkes hayatından bir anda alıştığı birçok şeyi çıkardı ve günlerini yeniden yapılandırdı. Sosyal medya uygulamalarına baktığımız zaman artık her gün sabah erkenden en az iki kilometre koşan sonrasında fit besinler tüketen günün devamındaysa mum eşliğinde yoga yapan bireyler görüyoruz. Bu yapılanlar kötü demek değil tabi ki anlatmaya çalıştığım. Aksine herkes hayatına tam olarak sindirebilse ve yerleştirebilse sağlıklı yaşamı, etrafımızda her zaman daha pozitif ve enerji dolu insanlar görebiliriz. Başka bir açıdansa keşke gördüğümüz bu yaşam tarzı gerçekten uygulanıyor olsa. Bize yansıtılan bu yaşam biçiminin arkasında olan yalnızca popülaritesi artmış ve moda haline getirilmiş bir tarzı gerçekten hayatlarını bu şekilde yaşıyormuş gibi paylaşma. “Sağlıklı yaşam” bir yaşam biçimi olması gerekirken bir tiyatro haline dönüştürüldü. Dolayısıyla pek çok kişi “Her şeyden önce ben” ve “Hayattaki en önemli şey benim” derken birden kendini yönünün devamlı değiştiği ve şiddetinin hiç azalmadığı çılgınca akan bir nehre kapılmış bir şekilde bulur oldu. Sağlıklı yaşam bir moda haline getirildi ama amaç asla umursanmadı. Sağlıklı yaşam bir moda değil! Sağlıklı yaşam olması gereken bir yaşam tarzıdır…

Nerde o eski zamanlar, o eski sohbetler dediğinizi duyar gibiyim… Büyüklerimiz bizlere bunu söylediğinde gülerdik. Şimdilerde eskiyi biz de onlar gibi arar olduk. 21. Yüzyıl başına kadar hatta 21. Yüzyılın ilk 10-15 yılı daha mı mutluyduk? Değişen ne oldu? Hayatımıza internet girdi. İnternet tek başına tamamen teknoloji, bilginin hızlı yayılması, kolay iletişimdi aslında. Biz nasıl kullanır olduk? Gerçekleri paylaşmanın hızını artıralım derken sanal gerçeklik içine giderek hapsolduk sanki… İnternete adapte olduktan sonra ise hayatımızı “sosyal medya” kavramı girdi. Adı üzerinde sosyal ve medya. Neden bu adın kullanıldığını düşününce aklıma gelen ilk şey insanlar hem daha kolay sosyal olabilsin hem de birbirleri ile daha kolay iletişim kurabilsin, düşüncelerini daha hızlı paylaşabilsin gibi şeyler geliyor. Belki en başında da bu şekilde kullanıyorduk, bilemiyorum. Ama gün geçtikçe kullanım şeklimiz oldukça farklı bir hal almaya başladı.

İnterneti ve sosyal medyayı belli bir kesim hala kendi çevresi ile paylaşımlarda bulunabilmek, hızlı bir şekilde iletişim kurabilmek hatta işi ile ilgili kendi reklamını kolay bir şekilde yapabilmek için kullanıyor. Bir kesim yeteneklerini diğer insanlarla paylaşıyor üstelik artık her şey o kadar kolay ki yalnızca kendi çevresindeki insanlara değil tüm dünyaya hitap edilebiliyor. Kimi çektiği fotoğrafları paylaşıyor kimi yaptığı müziği kimi dansını kimi oyununu kimi de sporunu… Bir kesim eğitim bile veriyor sosyal medya üzerinden. Tüm bu kullanım şekilleri ve amaçları gayet güzel ve anlamlı fakat bir de başka şekillerde kullananlar var. Herkesin kendi tercihi tabi ki ama bunlara uzun vadede bakarsak sizce de ileride insanlar arasındaki iletişim oldukça çok zedelenmiş olmayacak mı?

Çok değil 2010 yılına kadar internetin oldukça yaygın kullanıldığı fakat sosyal medya uygulamalarının o kadar yaygın olmadığı dönemlerde insanların daha sosyal bir hayatları olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Zira insanlar daha çok birbirleriyle vakit geçiriyor, birbirlerine sosyal medya gerekleri (!) çerçevesinde bakmıyor ve davranmıyordu. İlişkiler daha çok karşılıklı sevgi ve iletişim gücüne bağlıydı. Arkadaşlıklar karşılıklı anlaşmayla nasıl kurulduysa, ruhların uyumuyla nasıl ilerlediyse aynı şekilde devam ediyordu. İnsanlar birbirleriyle aktivitelerde bulunuyor, çıkarsız sohbet ediyor, birbirlerinin yardımına koşuyordu. Arkadaşlar birbirleriyle daha sık bir araya geliyor ve bunun için lüks mekan olmasına ihtiyaç duymuyorlardı. Çünkü tek amaç bir arada vakit geçirebilmek ve sohbet edebilmekti. İç mekanın güzelliği ve dekoru önemsenmeden bir yerlerde oturulabiliyor hatta parklarda bile vakit geçirilebiliyordu. Önemli olan rahat hissettikleri bir yerde vakit geçirebilmekti. Daha fazla sinemaya, tiyatroya ya da diğer etkinliklere gidiliyordu. Gidilen yerlerde şu anda olduğu gibi hatıra fotoğrafları çekiliyor ama bunun için ayırılan zaman yalnızca çekildiği an oluyordu. Geri kalan zamanda insanlar birbirleri ile ilgileniyorlardı.

Günümüzde birçok şey değişti. Artık çoğu kişi arkadaşı ile vakit geçirmek için sosyal medya uygulamasında paylaşacağı fotoğrafın güzelliğine göre mekan seçiyor, bir araya geldikleri vaktin çoğunu fotoğraf çekimine, canlı yayınlara ayırıyor. Her ne kadar insanlar kendilerini eski zamanlara nazaran daha sosyal gibi hissetseler de genel bir bakışla yaklaşıldığında yapılan aktiviteler tamamen sosyal medya hesaplarının doldurulmasına yönelik bir biçimde şekilleniyor. Üstelik bu uygulamalarının çıkış amacı global bir şekilde insanların paylaşımlarda bulunup birbirleriyle iletişime geçmelerini kolaylaştırmakken bunu yine bu amaçla daha farklı bir şekilde yapıyorlar. Nedir peki bu farklı şekilde yapma? Örneğin artık insanların sosyalliği takipçi sayısı ile beğeni ve yorum sayısı ile ölçülüyor. Eğer bir kişinin takipçi, beğeni ve yorum sayısı yüksekse o kişinin çevresinin çok geniş olduğu, çok sevildiği, çok sosyal olduğu düşünülüyor. Sosyal medya hesabını bu şekilde kullananlar tanıdığı ve hatta yakın olduğu bir kişi paylaşımlarına beğeni ve yorum yapmazsa o kişiyi hayatından bile çıkarabiliyor. Tabii ki niyetim hiç kimseyi kötülemek değil. Fakat bir gerçek var ki insanlar o kalabalığın içinde kayboluyor, yalnızlaşıyor ve çoğu zaman kendi gerçeğinden uzaklaşıyor. Gerçek arkadaşlık ve aşk ilişkisinden ziyade devamlı mutlu bir hayat rolü yapmaya yönelme başlıyor, hiçbir sıkıntısı yokmuşçasına bir izlenim çizilmeye çalışma başlıyor. Sonunda da kişi yalnızlaşıyor.

Sosyal medya sosyallik midir? Sosyal medya sosyalleştirebilir. Fakat bu doğru kullanım ile olabilir. Hayatımızı paylaşabiliriz, yeteneklerimizi paylaşabiliriz, tanımadığımız insanlarla anılarımızı da paylaşabiliriz. Ama bunun bir sınırı olması gerektiği kanaatindeyim. Sosyal medyaya ayırılan vaktin kısıtlı olması gerektiği ve asıl vaktin kişinin kendisine, ailesine, arkadaşlarına ve ilişkisine ayırması gerektiği kanaatindeyim. Sosyal olmak bir cep telefonundaki, bir bilgisayardaki ve bir tabletteki uygulama ile olmaz. Sosyallik insanların yakınları ile bir arada olması, etkinliklere gitmesi, aktivite yapması ile olur. Sosyal medya yalnızca bunları paylaşabileceğimiz ve paylaştıktan sonra günümüzü devam edeceğimiz bir yer olarak kalmalı. Sosyal medya sosyalleşmek değildir, sosyal medya sosyal hayatımızı paylaşabileceğimiz bir yerdir.