fbpx

“Spor yapmak” dendiği zaman artık aklımıza doğrudan “Maddiyat” geliyor. Oysa spor, herkesin yapmakta hak sahibi olduğu hem fiziksel hem de zihinsel gelişim sağlayan bir olgu. Öyle ki 2015 yılında UNESCO, beden eğitiminin, fiziksel aktivitenin ve spor uygulamasının herkes için temel bir hak olduğunu söylemiş. Peki neden aklımıza doğrudan “Maddiyat” geliyor? Cevabı aslında oldukça basit; çığ gibi büyüyen ekonomik krizler ya da problemler ve devamında gelen gelir eşitsizlikleri.
Başlayan ve bir türlü sonu gelmeyen aksine her an daha da büyüyen ekonomik krizler sonucunda yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada insanlar arasındaki maddi farklar artış gösterdi. Rakamlar büyüdükçe insanların yoksulluk seviyesi de büyüdü. Dolayısıyla her şeyden tasarruf etmek hatta zamanlarından bile tasarruf etmek zorunda kalan bir kesim ortaya çıktı ve maalesef ki bu kesim yoksullukla mücadele eden kesim oldu. Kendileri için herhangi bir şey yapamıyorken yapamadıkları şeyler için bile yeri gelince fedakârlık yapmak zorunda kalan bu kesim tüm ekonomik sıkıntılardan en çok etkilenen kesim oluyor. Dolayısıyla yalnızca para ile yapmak zorunda olmadıkları spor için bile fedakârlık yapmak zorunda kalıyorlar. Bu tür problemlerin çözümü her ne kadar hükümetler tarafından yapılacak da olsa bu problem ileride karşımıza sosyal beceri yönünden gelişmemiş ya da gelişememiş(!) bireyler çıkaracak. Sporun yalnızca vücut geliştirme olduğunu düşünenler için bu her ne kadar büyük bir sorun teşkil etmese de gelecekteki nesillerimiz birçok yetiden ve yetenekten yoksun olacaklar. Bu durum ise yalnızca bireysel hayatlarını değil toplumu ve ülkeyi tehdit edecek. “O kadar da değil” diyenler mutlaka olacaktır fakat spor Atamızın da dediği gibi zekâ geliştirir, ahlak getirir günün sonunda da ülke kalkındırır.

Ülke Ekonomisi Kötüye Gittikçe Spor ile Büyümeyen Nesil Artıyor!

Doğduğumuz günden itibaren temel haklara sahip olmamızın yanı sıra eğitim, etkinlik, aktivite ve spor da hepimizin hak sahibi olduğu bir alan aslında. Spor alanında her ne kadar bir merkeze gitmeden, açık söylemek gerekirse bir ücret ödemeden, spor yapabiliyor olsak da yazımın içerisinde değinmek istediğim ve belirtmek istediğim nokta bu durumdan biraz daha farklı. Ekonomilerin kötüye gitmesi, zengin ve yoksul arasındaki farkın giderek artması, kazanılan paraların rakamsal olarak büyüyor olmasına rağmen tüketim için “Mecburi” harcanan rakamların da aynı oranda artıyor olması insanların hem maddi olarak hem de zihinsel olarak yorulmasına sebep oluyor. Hayata tutunabilmek için yeri geldiğinde gününün çoğunu çalışarak geçirmek zorunda olan insanlar kendilerine kalan vakitlerde de doğal olarak spora ya da başka bir aktiviteye enerji bulamıyor. Aileler, çocuklarını daha fazla enerji atabilmeleri, fiziksel gelişimlerini daha iyi tamamlayabilmeleri için ya da zihinsel gelişimleri için de faydalı olacağını düşünmelerine rağmen spora gönderemez oldu. Burada gönderememe sebepleri tamamen hayat ile verdikleri maddi mücadele. Bir spor merkezine üye olmakla işin tamamlanmadığını bilen aileler, ekipmanlar ve aylık ödemeler vs., çocuklarını da mecburen geride tutmak zorunda kalıyor. Bu konunun oldukça önemli olduğu kanısındayım. Zira sosyal becerilerin kazanılmasında ve geliştirilmesinde oldukça önemli ve büyük bir paya sahip olan spordan yoksun bir şekilde büyüyen çocuklar gelecekte de hem zihinsel hem de sosyal olarak birçok yetenekten, yetiden ve motivasyondan eksik olan bireyler haline gelecek.

“Neden spor salonuna gitmeliyim?” diye kendimize sorduğumuzda onlarca sebep bulabiliyoruz. Peki ya; “Neden bir spor salonuna üye olmam?!” Bugün sizlerle bu konu hakkında biraz sohbet etmek istiyorum. Spor yapmak kişinin hem fiziksel hem de mental sağlığı için oldukça önemlidir. Birçok kişi spor yapmanın yalnızca bedeni üzerinde bir etkisi olduğunu düşündüğü için buna ihtiyaç duyduğu zaman spor salonu araştırmaya başlar. Halbuki spor mental sağlık üzerinde de etkilidir. Kişinin rahatlamasını, günün ve hayatın stresinden uzaklaşmasını, kendisini daha enerji dolu hissetmesini ve dolayısıyla kaliteli bir yaşam geçirmesini sağlar. Aslına bakılırsa spor salonuna kayıt olmak ya da spor yapmak ile ilgili asıl hata sporun kişinin bedenini anında değiştireceğine inanılmasıdır. Değişimden kast ettiğim ise spor yapmaya başlandığında kilo verileceği ve sağlığın muhteşem olacağı inanışı… Bu yüzden de insanlar genelde spor yapsam mı yapmasam mı, bir salona üye olsam mı olmasam mı diye arada kalır ve karar veremez. Bunun gibi kararsızlık yaşayan kişilerin öncelikli olarak bilmesi gereken ise spor yapmaya karar vermek ve spor salonuna kayıt yaptırmak kilo vermek ve sağlığı daha kaliteli bir hale dönüştürmek için yeterli değildir, en azından tek başına yeterli değildir. Şöyle bir inanış vardır; üyelikten kârlı olan, kayıt alan spor salonu olacak. Aslında spor salonları kayıt yaptıran ve devamlılık sağlamayan üyeleri değil devamlılık sağlayan üyeleri sever. Kayıt olan ve devamlılık sağlayan üyeler fiziksel ve mental değişimlerini gördükçe çevrelerine gittikleri salonu ve eğitmenlerini tavsiye edeceği için salonlar devamlılık sağlayan üyelere daha fazla önem verir. Şimdi biraz da bir spor salonuna üye olup olmama konusunda kararsız kalanlar için birkaç tavsiye vermek istiyorum.

Spor Salonundan Verimli Bir Sonuç Alabilmek İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler

Spor salonuna üye olmak istediğinize karar verdiğinizi fakat yine de harekete geçemediğinizi varsayalım. Üye olacak mısınız yoksa olmayacak mısınız? Harekete geçmek için dikkat etmeniz birkaç nokta var aslında. Öncelikle zamanınızı iyi bir şekilde yönetebilmeniz için gideceğiniz salonun bulunduğu lokasyon oldukça önemli. Özellikle çalışıyorsanız gününüzü iyi planlamanız gerekir. Mesainize başlamadan önce büyük bir koşturma yaşamamanız ya da mesainiz bittikten sonra yorgunluğunuza bir de yol süresi eklenmemesi için seçeceğiniz spor salonunun konumu en önemli maddelerden biridir. Sonrasında ise işletmenin seçtiği ekipmanlar gelir. Nasıl ki tüm ayakkabılar rahat değilse tüm ekipmanlar da aynı görevi görmez ve bazen kişiye rahatsızlık verir. Bu nedenle ekipmanlar sağlığınız ve devamlılığınız için önemlidir. Daha önce spor yapmadıysanız ya da bir şekilde devamlılık sağlayamadıysanız seçeceğiniz salonun grup derslerine önem vermelisiniz. Grup dersleri daha keyifli spor yapmanızı sağlayacağı için spor yapmaya alışmanıza ve devamlılık sağlamanıza katkıda bulunur. Nasıl bir program ile ilerlemeniz gerektiğini ise eğitmenler sizi analiz ederek daha iyi oluşturur. İletişim kurabileceğiniz ve rahatça fikir alabileceğiniz eğitmenlerin olup olmadığına özen göstermelisiniz. Dikkat etmeniz gereken son iki tavsiyem ise spor salonunun fiyat politikası ve hijyeni. Aylık gelirinizin %10’u spor yapmanız için oldukça yeterlidir ki aslında ülke çapında spor salonlarının ücretleri genelde günlük bir paket sigaradan daha uygun bir fiyata denk gelir. Hijyen ise yüksek lisans tezimde incelediğim en önemli konuydu. Spor salonlarının hijyen kuralları sağlığınız için en önemli madde özellikle de pandemi başlangıcından itibaren daha da önemli bir hale geldi. Bir salonun hijyeni hakkında daha iyi karar verebilmeniz için öncelikle duş bölümüne bakabilirsiniz.

Sonuç olarak bir spor salonuna üye olup olmama konusunda kararsızsanız yukarıda verdiğim tavsiyeleri bir kez daha inceleyin. Eğer bu noktalardan en az 3 tanesi sizin için uygunsa spor salonuna üye olmamanız için hiçbir sebep yoktur. Peki, cevabım “Bu tavsiyelerin hiçbiri benim için uygun değil” diyorsanız işte o zaman “Neden üye olmam?” sorusunu kendi kendinize cevaplamış olacaksınız.

Bu maddelerden en az üçünün size uyduğu bir yer bulun ve mutlaka spora başlayın.

İyi pazarlar dilerim…

Neredeyse sonuna geldiğimiz 2021 yılı “Hız” olarak tanımlanabilir, sanıyorum. Bugün doğru olarak bildiğimiz yarın yanlış ya da hatalı olabiliyor. Bugün hayalini kurduğumuz yarın önemsiz kalabiliyor. Bugün son teknoloji gördüğümüz yarın geri kalabiliyor ya da bugün imkansız bulduğumuz yarın gerçekleşebiliyor. Kısacası şu an yaşadığımız dünya yavaş değil oldukça hızlı dönüyor ve değişiyor. Dolayısıyla hayata adapte olmamız ve kendimizi devamlı olarak geliştirmemiz gerekiyor. Doğrunun ve bilginin her zaman aynı kaldığı inancımızdan kopmamız gerekiyor. Doğrunun bir tane olmadığına ve bilginin her an değişebileceğine bu nedenle de yeniliklere her zaman açık olmamız gerektiğine ikna olmamız gerekiyor. Bunu yapabilmemiz için de eskiden bildiğimiz ve inandığımız şeylerin sonsuza dek aynı kalmayacağını kabullenmemiz gerekiyor. Bir bebek düşünelim. Hiçbir şey bilmediği için duyduğu, gördüğü ve deneyimlediği her şeyi anında öğrenir ve öğrendiği her şeyin üzerine koymaya devam eder. Bizlerin de çağdan geri kalmaması için öğrendiği her şeyin üzerine koyması ve gerektiğinde eskiden bildiği şeyleri unutması gerekiyor. Eski zamanlarda kendini geliştiremeyenlerin yalnızca okuma-yazma bilmeyen, eğitim görmemiş kişiler olduğu söylenirdi. Sizce geldiğimiz 21. Yüzyılda da cahillik yalnızca eğitimsiz kişilerden mi oluşuyor? Eğer yalnızca eğitimsiz kişilerden oluşsaydı geldiğimiz noktada mı olurduk?

Bilginin insanların ve insanlığın şah damarı olduğu söylenir. Aslına bakarsanız oldukça da yerinde bir söylem. Ama sanıyorum bu sözü söyleyen kişi de 20 yıl öncesindeki bilginin bugün şah damarımız olduğunu düşünerek söylememiştir. Yalnızca toplum değil insanlık olarak bir kere öğrendiğimizi sonsuza dek diretme, yeniye ve değişene karşı ön yargı, eski ile bugünü devam ettirmeye çalışma gibi sorunlarımız var. Bu sorunlar duyduğumuz her şeye inanmamıza, bir kere inandığımız kişinin hataları varsa da görmezden gelmemize sebep oluyor. Döneminin ünlü politikacısı Joseph Goebbels için atıfta bulunan bir kişi şu sözü söyler; “If you repeat a lie often enough, it becomes truth politics”. Yani, “Eğer bir yalanı devamlı dinlerseniz o artık gerçek politik olur”. Tek cümle ile özetlenebilen, yaşadığımız ve tanık olduğumuz bu dönem için yine de söylemek istediğim bazı şeyler var.

Yazının icadından bugüne milyonlarca bilginin doğduğunu, öldüğünü, gelişerek yenilendiğini düşününce içinde bulunduğumuz çağda insanların yenilenmeye, gelişime kapalı olmasını anlayamıyorum. Okuma yazma bilmemenin değil okumamanın ve araştırmamanın verdiği eskiye dönüklük ya da eskide sabit kalma halimiz yüzünden yalnızca duydukları ile hareket eden bireyler olduk. Kulaklarımızı tıkasak, gözlerimizi kapatsak yine de bilgiye(!) maruz bırakıldığımız dünyada yanlış olduğunu da bilsek üşenmekten gerçeklere ya da doğru bilgilere kendimizi kapatır olduk. “Monoton” ve “Tekdüze” kelimelerinin fazlasıyla kullanıldığı bugünlerde bunun sebebini sorgulamaz olduk. Yaşadığımız hayatı başkalarının değiştirmesini beklerken değişmedikçe şikayetlenir kötüye giderse de ya susup oturur ya da suçu kendimizde değil yalnızca başkalarında arar olduk. Küçücük bir merakımız olsa fitili ateşlenecek ve bilgiye, yeniliğe, gelişime aç hale geleceğiz belki de. Sokrates’in dediği gibi aslında; “Bilgelik merakla başlar”. Biz tüm insanlık olarak bilgeliğe değil yalanlara inanmaya ya da eskilerde kalmakta ısrar etmeye merak saldık. Bu konuda Amerikalı füturist Alvin Toffler çok güzel bir söz söylemiş;

“21. Yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyen, öğrendiği yanlışlardan vazgeçmeyen ve yeniden öğrenmeyenler olacak”.

Günümüzden 20 yıl öncesinde hangi sektörde olursak olalım en büyük rakibimiz kendi sektörümüz içerisinde yakınlarımızda bulunan diğer şirketler oluyordu. Bu nedenle de kendimize rakiplerimizi göz önüne alarak sektörel bazlı stratejiler belirliyorduk. Rakiplerimizin farkında ve bilincinde olduğumuz için onları analiz ediyor, fiyat politikalarımızı ve satış stratejilerimizi de rahatça belirleyebiliyorduk. Örneğin bir spor salonu isek etrafımızdaki diğer spor salonlarının sahip oldukları ürün ve hizmetlere, uyguladıkları fiyat politikalarına ya da çalışma saatlerine bakıyorduk. Kendimizde eksik ya da yanlış olanı bulup buna göre revize gerçekleştiriyorduk. Ayrıca o dönemlerde rekabet halinde olduğumuz yerler neredeyse yalnızca kendi sektörümüz ile ilgili oluyordu. Farklı sektörlerden işletmeler ile rekabet etmemizi gerektirecek bir neden oluşmuyordu. Fakat günümüzde işler değişti. Artık rekabet yalnızca sektörel bazlı değil adeta sektörler arasında yapılıyor. Gelişen teknoloji insan hayatını kolaylaştırırken işletmeler arasındaki rekabeti de artırıyor.

RAKİBİMİZ ONLİNE!

Günümüzde herhangi bir ürün ya da hizmeti satın almak için mağazaya gitmemiz gerekmiyor. E-ticaret siteleri, mobil uygulamalar ve hatta sosyal medya uygulamaları… Tüm bunlar bir nevi alışveriş merkezi haline geldi. Market alışverişleri, giyim alışverişleri, teknoloji, elektronik… Kısacası günlük hayatımızda satın aldığımız her şeyi artık oturduğumuz yerden satın alabiliyoruz. Ayrıca bahsetmiş olduğum bu konu yalnızca ürün satışları için değil aynı zamanda hizmet satışları için de geçerli. Hızlı ve kolay bir şekilde hizmet satışı yapan yerlere de ulaşabiliyoruz. Bunu örneklemek gerekirse bir spor salonu ve spor hocası düşünebiliriz. Eskiden spor yapmak isteyen bireyler bunu yalnızca salonlara giderek yapabiliyordu. Şimdi ise spor yapmak isteyen bireyler bunu yalnızca salonlara giderek değil evlerinde hatta iş yerlerinde bile yapabiliyor. Üstelik isterlerse dünyaca ünlü kişiler eşliğinde bile yapabiliyorlar. Dolayısıyla spor merkezlerinin tek rakibi artık yanı başlarında olan merkezler olmaktan çıkıyor.
İnsanların hızlı ve kolay bir şekilde ulaşabildiği internet sayesinde seçeneklerinin artması işletmeleri ne denli olumlu ya da olumsuz etkiliyor, tartışılır. Fakat günlük hayatın koşturması içerisinde insanları zamansal olarak oldukça olumlu yönde etkilediği kesin. Peki internet dünyası nasıl en büyük rakibimiz haline dönüştü?
Sevdiğimiz bir kişiye çiçek almak istediğimizde yalnızca çiçekçilere giderken bir süre sonra internet üzerinden adreslerine gönderebilir hale geldik. Şimdi ise çiçek almak istediğimizde yalnızca çiçek satan e-ticaret sitelerinden değil birçok farklı platformdan satın alabiliyoruz. Bunlara market amaçlı açılmış siteler, büyük alışveriş uygulamaları da dahil. Bir tek uygulamada birçok farklı sektöre ait ürünün ve hizmetin satılıyor olması rekabet, sektörel bazlı değil sektörler arası etkiliyor ve artırıyor. Dolayısıyla şirketlerin ve mağazaların da pazarlama stratejilerini tüm bunları göz önünde bulundurarak geliştirmesi gerekiyor. “Değişim” tüm soruların temel cevabıdır, unutmayın. Bu konuda bir kitaptan alıntı yaparak sözlerimi bitirmek istiyorum.
“İster küreselleşme deyin, ister yeni ekonomi… Bilginin dünyayı ışık hızıyla döndüğü, tüketicilerin seçeneklerinin tüm dünyayı kapsadığı ve tüketicinin bilincinin yükseldiği, yani müşterinin kral olduğu bu dünyada, acımasız küresel rekabetin yerel kurbanları olmak istemiyorsanız değişin!”