fbpx

Moda neydi? Daha doğru bir soru sormam gerekirse; bir şeyi sevmesek, ilgimiz olmasa hatta bazen nefret etsek bile “moda” haline getirildiği için uymamız mı gerek? Sosyal medya uygulamalarının gün geçtikçe daha yaygın ve yoğun bir şekilde kullanılması hayatımıza ne şekilde etki etti? Daha önce yazdığım bir yazıda sosyal medya uygulamalarının sosyalleşmek ile nasıl bir ilişkisi olduğuna değinmiştim. Şimdiyse sosyal medya uygulamaları sayesinde hayatımızda bir “moda” ve bir “akım” haline dönüşen sağlıklı yaşam hakkında konuşmak istiyorum.

Her dönemde farklı şeylerin çok fazla paylaşıldığını, her çevreden ve her kültürden bireyin neredeyse birebir aynı şeyleri yapmaya başladığını ve bunları hayatlarının her zaman bir parçasıymış gibi yansıttıklarını hepimiz biliyoruz. Bir şeyi hobi edinmek, bir felsefeyi hayatına yerleştirmek ayrı, bir ürün ya da bir felsefe çok konuşuluyor diyerek kendisi için de, sevmiyorsa bile, uygun olduğunu göstermeye çalışmak ayrı bir konu… Tam olarak anlatmak istediğim ne zaman ve nasıl başladığı. Çok değil günümüzden 7-8 sene öncesinde, kullanılan sosyal medya uygulamalarında gidilen akşam yemekleri, gece kulüplerini görür olduk. Bu tarz paylaşımlar o kadar fazla yapıldı ki artık sabah, öğlen, akşam ve hatta gece için gidilecek yerler belirlendi. Herkes aynı yerlere akın etmeye başladı. Amaç kaliteli vakit geçirmek, keyifli bir yemek ya da eğlence anlayışına uyan yerlerde eğlenceli bir gece geçirmek miydi? Yoksa popüler olan yerlerde bulunmak, popüler olan aktiviteleri yapıyor olmak ve bunları paylaşıyor olmak mıydı?

Popülaritesi Artan Her Şey Hayatımızda Yer mi Edinmeli?

Kabul etmeliyiz ki gündemde olan aktiviteler, yiyecekler gibi farklı birçok şey çok az kişinin her zaman hayatının içerisindeydi. Peki her gün görmeye başladığımız bu paylaşımlardaki şeyler çok az kişinin zaten hayatında olan bir normaliyse neden dönem dönem belli başlı şeyler hep moda oluyor ve biz herkesten aynı paylaşımları görüyoruz? Mesela bir dönem herkesin kişisel gelişim kitapları paylaşması bahsettiğim konuya bir örnek olabilir. Kitap okumak, kitabı gerçekten okumak… Ama konu; o dönemde yalnızca kitap kapağını, kitabın ve yazarın adını insanlarla paylaşmaktı. Birçok kişinin elinde tuttuğu kitap hakkında fikri bile yoktu. Başka bir yerden bakalım biraz da… Mesela bir ara herkesin avokado paylaştığını gördük. Avokado o kadar kişiye özgü bir tat ki herkes tarafından seviliyor olması oldukça zor. Üstelik ülkemizde de oldukça pahalı. Ama bizler her gün hatta neredeyse günün her saatinde mutlaka bir şeylerin yanında ya da içinde avokado yiyen bir güruha tanıklık ettik. Her ekonomik sınıftan insanın her gün tüketmeye başladığını görür olduk. Bir kesim insan, bir moda ve hatta bir akım haline getirilen avokadonun mutlaka tüketilmesi gerektiğini düşündü. Aslında avokadonun ne için tüketilmesi gerektiğini ya da sağlığımıza ne gibi katkıları olduğunu birçok kişi umursamadı bile.

Günümüzün Modası Bambaşka!

Son zamanlarda ise yeni bir moda başladı; “Sağlıklı yaşam”. Sağlıklı yaşam herkes için gerekli olmasına rağmen günümüzde bunu hayat felsefesi edinmek yerine moda olduğu için uygulayanlar var. İlk başlarda “iyi olmak, iyi hissetmek” anlamında kullanılan sıkça duyduğumuz “wellness” kelimesi, anlam amacından sapmaya başladı ve adeta bir akım kurbanı oldu. Herkes hayatından bir anda alıştığı birçok şeyi çıkardı ve günlerini yeniden yapılandırdı. Sosyal medya uygulamalarına baktığımız zaman artık her gün sabah erkenden en az iki kilometre koşan sonrasında fit besinler tüketen günün devamındaysa mum eşliğinde yoga yapan bireyler görüyoruz. Bu yapılanlar kötü demek değil tabi ki anlatmaya çalıştığım. Aksine herkes hayatına tam olarak sindirebilse ve yerleştirebilse sağlıklı yaşamı, etrafımızda her zaman daha pozitif ve enerji dolu insanlar görebiliriz. Başka bir açıdansa keşke gördüğümüz bu yaşam tarzı gerçekten uygulanıyor olsa. Bize yansıtılan bu yaşam biçiminin arkasında olan yalnızca popülaritesi artmış ve moda haline getirilmiş bir tarzı gerçekten hayatlarını bu şekilde yaşıyormuş gibi paylaşma. “Sağlıklı yaşam” bir yaşam biçimi olması gerekirken bir tiyatro haline dönüştürüldü. Dolayısıyla pek çok kişi “Her şeyden önce ben” ve “Hayattaki en önemli şey benim” derken birden kendini yönünün devamlı değiştiği ve şiddetinin hiç azalmadığı çılgınca akan bir nehre kapılmış bir şekilde bulur oldu. Sağlıklı yaşam bir moda haline getirildi ama amaç asla umursanmadı. Sağlıklı yaşam bir moda değil! Sağlıklı yaşam olması gereken bir yaşam tarzıdır…

Bir girişimcinin işinde başarılı olması ve büyümesi için en önemli olan şey yalnızca ürünü ve kalitesi midir? Sizce de bir girişimcinin başarısını devam ettirebilmesi ve büyütebilmesi için fiyatlandırmasının da doğru olması gerekmez mi? Kendisini tanıtmak için maliyetine çok yakın bir rakam belirleyerek düşük ücretlerle satış yapmak ya da oldukça yüksek bir fiyat vererek fazla kar etmeye çalışmak… Hangisi doğru olan ya da hangisi yanlış? Satış stratejileri içinde iki seçenek de yanlıştır. Fiyatlandırmanın doğru bir şekilde yapılmadığı hiçbir girişim ayakta kalmayı başaramaz. Doğru fiyatlandırmayı yapabilmek bir sanattır, bunu unutmayalım.

Peki Ya Doğru Fiyatlandırma Nasıl Yapılır?

Öncelikle doğru fiyatlandırmanın yapılabilmesi için ürününüzü, hitap ettiğiniz kitleyi ve o kitlenin hangi alanlara ne şekilde harcama yaptığını iyi tanımalısınız. Yalnızca bunları değil aynı zamanda rekabet edeceğiniz sektör içindeki rakiplerinizin fiyatlandırma politikasına da hakim olmalısınız. Daha sonra ise doğru fiyatlandırmayı bulmalısınız.

Burada da önemli olan satış ekibinizin doğru bir pazar araştırması yaparak stratejinizi bulabilecek yeterlilikte olmasıdır. Strateji doğru olduğu sürece milyonluk bir ürünü satmak da oldukça ucuz bir ürünü satmak da aynı kolaylıkta olacaktır.

Ne Fazlasıyla Pahalı Ne Ederinden Ucuz!

 Ürün pazarınızda çok fazla rakibinizin olması sizi maliyete çok yakın bir rakam ile satış yapma yoluna götürmemeli. Halk dilinde “sürümden kazanmak” olarak da bilinen bu yöntem ile işiniz başlamadan sonuna gelecektir. Zira piyasa fiyatı altında bir fiyat belirlemek ve bu şekilde satış yapmak hem sizi uzun vadede ileri taşımaz hem de müşterilerinizin kalitenin yüksek olmadığı şeklinde düşünmesine sebep olur. Bu yolun aksine ürününüze piyasa değerinin üzerinde bir fiyat belirlemek ise bir süre sonra satışlarınızın azalmasına ve hatta bir süre sonra durmasına sebep olacaktır. Ürününe piyasa değerinden daha fazla bir fiyat biçenler genellikle ürünün üretim maliyetini, personel giderlerini ve bunlar dışında kalan giderlerini düşünür. Fakat burada unutulan en önemli şey müşterilerin aynı ürün için satın alma yapmadan tüm piyasayı araştırıyor olmasıdır. Bu nedenle gereğinden fazla bir fiyat belirlemek de girişiminizin bir süre sonra sonunu getirecektir.

Bir ürünün uygun fiyatlı ya da yüksek fiyatlı olması onun kalitesini belirler mi? Genellikle fiyatı düşük olan ürünlere karşı toplum olarak piyasaya nazaran ucuz o zaman ürün kaliteli değildir diye bir bakışımız var. Aynı şeyi fiyatı yüksek ürünlere de biçiyoruz. Fiyatı oldukça yüksek demek ki ürün çok kaliteli diye düşünüyoruz. Sizce doğru mu bu yaklaşım? Pazarlama içinde bu yaklaşım kesinlikle doğru değildir. Bir ürünün fiyatı kalitesini asla belirlemez. Bir ürünün fiyatını ise doğru strateji, piyasaya giriş yapma aşaması ya da markalaşma belirliyor. Kalite her zaman girişimcinin elinde olan bir noktadır. Aynı kalitede olan bir ürün hem çok yüksek fiyatlı hem de ortalama bir ücrette olabiliyor. Doğru ücretlendirmenin ne şekilde yapıldığını ve fiyatın kaliteyi belirlemediğini konuşmuşken zam miktarının ve süresinin ne şekilde ilerlemesi gerektiğini araştırmayı size bırakıyorum ????

Fiyatlandırmanızı doğru bir şekilde belirlemeniz ve işinizde doğru pazarlama stratejisi ile ilerlemeniz sayesinde hitap ettiğiniz kitleyi kaybetmez aksine giderek büyütürsünüz. Bu sayede marka olur ve kendinizi geliştirirsiniz. Unutmayın fiyatlandırma bir sanattır.

Rekabet her zaman olumsuz mudur? Sorumuzun cevabı, hayır. Rekabet bazen de kişiyi ve rakibini gelişim sürecine götürür. Öncelikle rekabet kelimesinin anlamına bakalım. Rekabet, Arapça “raqabat” kelimesinden gelir ayrıca denetlemek, kontrol etmek ve gözlemlemek anlamında kullanılır. Bizim dilimizdeki kullanımı ise karşısındaki kişiyi gözlemlemek ve onun yaptıklarına bakarak aynılarını ya da benzerlerini yapmak şeklindedir. Rekabet denilince akıllarda genellikle hırslı, kazanmayı seven ve bunun için çok fazla şey yapan kişiler geliyor. Akıllara gelenler bu tür şeyler olunca rekabet etmenin de olumsuz olduğu düşünülüyor. Hatta yerleşik toplumumuzda genelde rekabet eden kişiler sevilmiyor ve kıskançlıkla itham ediliyor. Fakat genel düşüncenin aksine rekabet etmek çoğu zaman hem kişiyi hem de karşısındaki rakibini geliştiren bir olgudur.

Peki rekabet ne zaman başlar?

Rekabet etmenin genelde iş dünyasında yaşandığı düşünülür. Aslına bakılacak olursa rekabet etme duygusu hemen hemen hepimizde vardır ve çocukluk çağımızdan itibaren başlamaktadır. Bazen sınıfın en başarılı öğrencisi olmak için arkadaşlarımızla rekabet ederiz bazen de komşunun çocuğu örneğini duymamak için. Aslında küçük cümlelerle ruhumuza işlenir rekabet duygusu. Önemli olan rekabet duygusunu olumsuz bir şekilde kullanmamaktır. Nasıl kullanılmalı kısmına bakacak olursak eğer; yalnızca kendimizi geliştirmek ve kendimizi bir adım daha öne taşıyabilmek için çalışarak rekabet etmeliyiz diye düşünüyorum. Rekabet ederken kendimiz çalışarak başarmadan bir başkasının veya rakibimizin hakkını yiyerek ya da onun bir şeyi başarmasına engel olarak hareket etmemeliyiz. Zaten bu şekilde rekabet eden kişiler mutlaka bir yerde tıkanır ve başarısını katlayamaz. Haksız rekabet olarak da adlandırılan bu olumsuz yöndeki rekabetin aksine olumlu bir şekilde hareket edildiğinde rekabet; kişiyi de rakibini de geliştirir.

Rekabet gelişimdir!

 Rekabeti hırs yaparak kendine ve etrafına zarar verme dışında kullanmak bizim daha iyi olma yolumuzu açar. Bunu biraz daha basit bir şekilde düşünebiliriz. Kendimize bir rakip edindiysek, neredeyse tüm insanların bir rakibi vardır, rakibimiz bizi bir seviye ileri taşır. O an içinde bulunduğumuz durumdan daha fazlasını ve daha iyisini yaparak bir adım öne geçme isteğimiz perçinlenir. Rakip edindiğimiz zaman perçinlenen bu isteğimiz için daha fazla çalışmaya başlarız. Unutmamalıyız ki çalışmak eninde sonunda bizi ileri taşır ve gelişmemizi sağlar. Mesela spor sektörü içindeki bir salon düşünelim. Aynı yerde iki tane spor salonu hayal edelim ve bunların aynı anda nasıl ayakta kalabildiklerine bakalım. İki salonda kendisine üye çekmek için mutlaka farklı bir şeyler yapma ama bunu yaparken de diğerinin yaptıklarından geri kalmama amacı güder. Bu durumda iki salonda da mutlaka getirilen yenilikler görülür. Aranan kriterleri sağlayan bu iki salon kendisi için üye bulur. Böylece hem kazanmaya devam eder hem de geride kalmamak için birbirini takip ederek gelişimlerine katkı sağlar. Rakip olmaları ve rekabet etmeleri bu şekilde her ikisi için de olumlu yönde bir akış sağlar. Unutmayalım rekabet rakibini de geliştirir. Üstelik bu olumlu yöndeki rekabet yalnızca rakipleri geliştirmekle kalmaz tüm sektörün işinde uzmanlaşmasına da fayda sağlar. Ünlü yatırımcı John Templeton’un dediği gibi;

“Rekabet her sektörde artmaktadır ve bu iyi bir şeydir. Artık hepimiz işlerimizi daha iyi yapıyoruz”.

Bir spor salonunda çalışsanız genel olarak yoğun günlerin hafta başı olduğunu bilirsiniz. Müşteriler hafta sonunun günah çıkarması olarak pazartesi, salı ve çarşamba günlerini seçer ve daha çok bu üç günde bilgi almaya gelirler. Gelen kişilerin üyelik başlangıcı yapma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı genelde bir satış personeli o gün izinli olmak istemez. Aynı şekilde satış personelinin o günlerde izinli olunması da istenmez. Görüşülen kişi sayısı ve üye olan kişi sayısına bakarsak aslında oran düşüktür. Görmeye çok fazla kişi gelmiştir ama üye olarak dönen kişi azdır. Bunun en önemli sebeplerinden biri kişinin bu konudaki kararlılığından emin olmamasıdır. Spor, kültürümüzde çok yeni bir konu başlığıdır ve birçok kişide spor lüks olarak görülen bir düşüncedir. 

Görüşmeye gelip, spor yapmak konusunda kararlı olan ve hemen başlayacak kişiyi bulabilmek için hafta başlarında çok fazla görüşme yapmanız gerekir. Fakat bu noktada göz ardı edilen bir günden hatta saat diliminden bahsetmek isterim. Hizmet işi ile ilgileniyorsanız izin günleriniz değişken olabilir ama küçük bir tüyo vermek isterim. “Pazar günü izin yapmayın.” Aktif satış yaptığım günlerde pazar günleri çalışmak istediğimi hatta açılış mesaisi olarak gelmek istediğimi söylediğimde arkadaşlarım beni daha çok sever ve bana teşekkür ederlerdi. Ben ise pazar sabahı görüşme yapmak için gelen herkesi üye yapar ve hedefimi tutturma konusunda ciddi bir şekilde yol alırdım. Pazar günü öğleden önce spor salonu ziyareti yapan kişilerin çok büyük bir kısmı sorunun farkında ve harekete geçmek için motive olurdu. Cumartesi gecesi uzun zamandır görmediği dostları ile bir araya gelmiş olabilir ve dostları ona kilo almışsın demiş olabilirdi. Eşi ile ortak bir şeyler yapmaları gerektiğine karar vermiş olabilir ya da alkolü fazla kullandığını fark edip bırakma kararı almış da olabilirdi. Pazar günü öğleden önce ziyarete gelenler diğer günlerde gelenlerden hatta pazar günü öğleden sonra gelenlerden bile daha istekli olur.

Eğer işiniz bir spor salonunda üyelik satışı gerçekleştirmekse milyonlarca liralık üyelik sözleşmesi imzalamış bir kişi olarak size tavsiyem; “Pazar günü satış ofisini siz açın.”

Ne için spor yapıyoruz? Yalnızca sağlıklı olmak için mi? Birçoğumuzun spor yapmak, spor salonu denildiği zaman aklına gelen ilk şey sağlıklı bir yaşam oluyor. Sağlıklı bir yaşam için anahtar yolların en başında gelen mutlaka düzenli spor yapmaktır. Sporun sağlıklı yaşam kalitemizi artırmadaki etkisi yadsınamaz bir gerçek. Sağlığımıza; kaslarımızın gelişmesi, vücut direncimizin yükselmesi, vücut kütle indeksimizin gerektiği oranda olması, gelecekte geçirilme ihtimali olan hastalıkların risk yüzdesini düşürme gibi birçok etkisi vardır. Fiziksel sağlığın gelişmesi ve güçlendirilmesi için de spor yapmaya karar veririz. Spor her yerde yapılabiliyor da olsa düzenli ve kendimize uygun bir program ile egzersiz yapmanın yolu spor salonlarından geçer. Alanında uzmanlaşmış spor antrenörleri sayesinde vücudumuz için en uygun egzersizleri yine kendimize uygun bir süre ve sıklıkla düzenli bir şekilde yapabiliriz.

Düzenli bir şekilde spor yapmak yalnızca fiziksel sağlığımıza mı etki eder? Tabii ki hayır. Sporun fiziksel sağlığımıza ne kadar etkisi varsa bir o kadar da mental sağlığımıza etkisi vardır. Spor yapmaya başladıktan kısa bir süre sonra kişinin vücudundaki yorgunluk halinin azalması ve dolayısıyla kendini çok daha enerji dolu hissetmesi bir başka etkisidir. Yorgunluk ve enerji durumundaki değişim ise mental sağlığımıza katkıda bulunur. Ayrıca spor yaptıkça vücudumuz daha fazla endorfin salgılamaya başlar. Bu sayede de kişi kendini daha mutlu hissetmeye başlar. Yalnızca endorfin değil hem serotonin hem de dopamin seviyemizde artış sağlar. Böylece kişi mental açıdan daha sakin ve stressiz bir yapıya kavuşur.

Dünya üzerindeki insanların yarıdan fazlası sabah erken uyanmakta güçlük çeker. Birçoğumuz gece, sabah erken kalkacağımıza dair kendimize söz veririz fakat alarm çaldığında bir türlü yataktan çıkamayız. Sabah erken kalkmak günümüzü verimli geçirmemizi ve daha berrak bir zihin ile enerji dolu yaşamamızı sağlar. Düzenli spor sayesinde hem mental hem de fiziki sağlık kalitemiz artacağından uyku kalitemizde de artış sağlanır. Böylece uykuya daha rahat geçebilir ve sabahları çok daha sakin ve berrak bir zihin ile güne başlayabiliriz. Tüm bunlar ise hem günümüze hem de işlerimize daha iyi motive olmamızı ve kendimizi daha güçlü hissetmemizi sağlar. Peki insanlar spor salonlarına yalnızca bu amaçlar için mi gidiyor?

Spor salonu hepimiz için daha düzenli ve kendimize uygun yöntemler ile egzersiz yapmamızı sağlar. Bu nedenle de spor yapmaya karar verdiğimizde spor sektörü içinde uzman antrenörler ile çalışmayı tercih ederiz. Fakat yapılan araştırmalar gösteriyor ki kişilerin spor salonlarına gitmesinin tek sebebi fiziksel ve mental sağlık kalitesini artırmak değil. Fiziksel ve mental sağlık kalitesinin dışında ve kariyer alanında ilerlemek için de spor salonlarına gidilmektedir. Çalışmak istediği yerin üst düzey çalışanlarının gittiği salonları tercih ederek burada onlarla tanışma fırsatı yaratmak isteyenler de vardır. Spor salonlarına gelip gözlem yaparak kendi işi ile ilgili ortaklık kurmak isteyenler olduğu gibi çalışmak istediği şirketten kişiler ile arkadaşlık kurarak kariyerinde yükselmek isteyenler de oluyor. Ayrıca spor yapmanın kişideki özgüveni artırdığını da düşünürsek sosyal bir ortama dahil olmayı da kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Yapı olarak çekingen ve kolay iletişim kuramayan kişilerin spor salonlarına gelerek bu zincirlerinden kurtuldukları da bilinen bir gerçektir. Ayrıca sosyalleşen kişinin iletişimini giderek güçlendirmesi ile yeni arkadaşlıklar edindiği de yapılan araştırmalar sonucunda görülmüştür. Dolayısıyla spor salonları kişiler için yalnızca fiziksel ve mental sağlık değil iş, kariyer ve sosyalleşme de vaat eder.

 

 

 

Dünya üzerinde yaşamış, yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan herkes için ortak olan bir şey var aslında. Kendimizi mutlu hissetmek, başarmış olarak görmek, ruhsal huzurumuzun yerinde olması ve bizi güçlendirmesi. Günümüz dünya şartlarında onca problem varken bireysel olarak nasıl kendimizi huzurlu ve mutlu hissedebiliriz ki diye düşündüğümüz çokça vakit oluyor. Aslına bakılırsa işin özü tam olarak bireysel huzur, mutluluk ve başarıdan geçiyor. İnsanlar tek başlarına kendilerini her anlamda iyi ve güçlü hissettiği zaman dünyada değişmesi gereken her şey için biraz daha motive oluyoruz. Peki bir insanın kendini iyi hissetmesi ne kadar zor?

Hepimizin hayalleri var. Hayal kurmayı sevsek de sevmesek de farkında bile olmadan hepimiz yaşamak istediğimiz hayatın hayalini kurar ve bazen iç huzurumuzu o hayaller ile sağlamaya çalışırız. Hayal kurmak insanın doğasında vardır ve o hayaller ile iç huzuru sağlamaya çalışmak bilincimizin bizi güçlendirmek için oynadığı oyunlardır. Aslında bilincimizin bize vermek istediği mesaj “Eğer bu hayallerin için adım atmaya başlarsan istediğin hayatı yaşaman sandığın kadar zor olmayacak”. İçinde bulunduğumuz hayatın omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar, her şeyin üst üste geldiği, özgüvenimizi kaybettiğimiz zamanlarda genellikle kendimizi hayatın kendi akışına teslim ederiz. Umut etmeyi ve kendimiz için çalışmayı bırakırız. İstediği hayata kavuşmuş, sevdiği işi yapan hatta adını duyurmayı başarmış bir kişiye dışarıdan bakıldığında, çoğu kişinin aklından geçen “Benim kadar zor ya da benim kadar yoğun bir hayatı var mıydı? Benim de tüm zamanımı alan bir hayatım olmasaydı ben de kendim için bir şeyler yapabilirdim” oluyor. Fakat yapılan araştırmaların sonucunda elde edilen bilgilere bakıldığında adını bildiğimiz hiç kimsenin kolay bir hayatı olmamış ve kendi hayallerini gerçekleştirmek için de bolca vakitleri yokmuş. Peki, onlarca kişiyi bir kenara bırakarak yalnızca bir kişi için düşünelim ve nasıl yaptığını, ne şekilde ilerlediğini analiz edelim.

Öncelikle hayatta mutlu olmak, huzurlu olmak ya da güçlü olmak dediğimiz zaman aklımıza gelmesi gereken ilk şey kazandığımız para olmamalı. Duygular maddi olgularla yönetilemeyecek kadar hassas, derin ve güçlüdür. Öyleyse bizim için öncelik bu hayatta ne yapmak istediğimizi belirlemek olmalı. Aklımızı ve ruhumuzu ayrı ayrı dinlediğimiz zaman tam olarak ne yapmak istediğimizi anlamak hiç de zor olmayacaktır. Bunu yaparken kendimize koyduğumuz sınırları bir kenara bırakmalıyız. Engeller her zaman yıkılmak içindir ve bu hayatta imkânsız olan hiçbir şey yoktur. Yapmak istediğimiz şeyi belirledikten sonra ise artık geriye kalan kısım çok daha kolay olacak. Yapmamız gerekenlerin en başında kendimize bir hedef belirlemek geliyor. Hedef belirlemek, çoğu zaman hepimizin unuttuğu ve bu yüzden de bir işe girişirken düzenimizin kaçmasına sebep olan en önemli etkendir. Hedefimizi en başından belirlediğimiz zaman ise sırayla neler yapmamız gerektiğinin farkında olur, buna göre hareket eder ve önümüzdeki plan için motive oluruz.

Hedefimize adım adım ilerlerken önümüze engel çıkarsa ya da işin sonuna geldiğimizde başarısız olursak, hayalimizden vaz mı geçmeliyiz? Bu sorunun cevabını yaptığı işler ile veren onlarca örnek var aslında etrafımızda. Mesela Marc Zuckerberg, Bill Gates, Steve Jobs bunlardan yalnızca bazıları. Bir defa, iki defa hatta onlarca defa başarısız olabiliriz. Her başarısızlık bizi daha sağlam bir başarıya götürecektir. Çünkü başarısız olmamızın arkasında yaptığımız hataları görür ve bunları düzelterek yolumuza devam ederiz. Hedefimizi belirleyip, eksiklerimizi tamamlayıp, yanlışlarımızı telafi ederek hiç vazgeçmeden devam edersek başarı kaçınılmaz olacak. Önemli olan koyduğumuz hedefe yorulsak bile hiç durmadan yürümeye devam etmektir. Bir hedefimiz olması gerektiğinin ve bu hedefe yüzümüzü dönerek koşmamız gerektiğinin en güzel örneğini Mustafa Kemal Atatürk vermemiş midir? “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”, yalnızca bir cümle, konulmuş tek bir hedef, hedefe olan tam inanç ve hiç durmadan amaca koşma, ülkemize getirdiği başarının yanı sıra tüm dünya tarihine kazınmıştır.

Hedef koymak, hedefe koşmak içinde bulunduğumuz hayattan çok daha farklı bir istek için olabilirken, halihazırda içinde bulunduğumuz hayat için de geçerlidir. Yapmakta olduğumuz meslek için de kendimize yeni hedefler belirleyebilir ve kendi gelişimimizi daha da ileriye taşıyabiliriz. Eğitim sektörü içinde olan bir öğretmen, hizmet sektörü içinde olan bir turizmci, spor sektörü içinde olan bir antrenör, sağlık sektörü içinde olan bir doktor gibi çeşitlendirilebilecek onlarca meslek için gelişim sağlamanın başlıca kuralı da hedef belirlemektir. Sorumuz ilk olarak her zaman “Kendime daha fazla ne katabilirim?” olmalıdır. Bu sorunun cevabını verdikten sonra hedefimizi belirlemiş oluyoruz. Yapmamız gereken bıkmadan, usanmadan ama her şeyden önce vazgeçmeden hedefimize doğru yol almak. Yürüdüğümüz yolda motivasyonumuzu güçlendirmek için kendimize, ünlü yazar S. Keth Moorhead’ ın “Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır” sözünü de hatırlatabiliriz. Koyduğumuz hedefe benzer kişilerin yaptıklarını okuyabilir, varsa filmini izleyebilir ya da konuşmalarını dinleyebiliriz. Kendimiz gibi bu yolda yürümüş ve başarmış kişilerin, geçtikleri yollarda neler yaptıklarını bilmek de bizleri hedefimize daha fazla yaklaşmamız için motive edecektir.

Özellikle son zamanlarda yaşadığımız pandemi sürecinde, evde bulunduğumuz – bulunmak zorunda olduğumuz – günlerde vaktimizi boşa harcamamalıyız. Bolca olan bu vaktimizi kişisel gelişimimize yeni şeyler katarak geçirmek günün sonunda hepimiz için artılar doğuracaktır. Mesleğimizde daha donanımlı bir yapıya sahip olabilir ve çok daha başarılı işlere imza atabiliriz. Çocukluğumuzdan bu yana bizlere öğretildiği ve her sabah ruhumuza çalışma azmi katan, saygıdeğer Reşit Galip’in bizlere söylediği gibi :

“Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.”

Covid-19 pandemi sürecinde dünyadaki tüm insanlar daha önce hiç yaşamadıkları bir döneme adapte olmaya çalıştılar. İnsanlar, kendi kişisel alışkanlıklarının yanı sıra ortak olan alışkanlıklarını da bir kenara bırakmak ve yaşam şekillerini değiştirmek zorunda kaldılar. Mecburi olarak, gerekmedikçe evde kalmayı toplu alanlarda bulunmaya tercih etmek durumunda kaldılar. Tercih etmek durumunda kaldılar diyoruz, çünkü bu durum insanlara sunulmuş bir opsiyon değil zorunluluk haliydi. Özellikle kapalı mekanların insanlar için virüs bulaş riskini artırdığı bilinmektedir. Kapalı mekanlarda bulunan klima ve havalandırma sistemleri virüs damlacıklarının içeride hızlı bir şekilde yayılmasına neden olabilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere hükümetler ve yetkililer, pandemi süreci boyunca birçok sağlık önlemi alınması gerektiğini belirtti. Bu önlemlerin içinde virüs bulaş riskini en aza indirgemenin yöntemlerini kamuoyu ile paylaştılar. Alınması gereken önlemler dahilinde ise; maske takmak, sosyal mesafeyi korumak, teması en aza indirgemek, el yıkama ve dezenfektan kullanımının önemi, dengeli ve sağlıklı beslenme ve son olarak mümkün olduğunca açık alanlarda egzersiz yapmanın önemi vurgulandı. İnsanların fiziksel sağlığına dikkat etmelerinin de oldukça önemli olduğu belirtilirken, psikolojik olarak da kendilerini karamsarlığa sürüklememeleri gerektiği de öneriler arasında yerini aldı. Pandemi, yalnızca bedensel sağlık problemlerine yol açmakla kalmaz, ayrıca anksiyete, panik ve endişe gibi ruh sağlığı sorunlarına da sebep olabilmektedir. Dünya gündemine bomba gibi düşen Covid-19 pandemisi yukarıda bahsettiğimiz gibi ruh sağlığımızda da bazı yıkımlara yol açmıştır. Pandemi dönemi insanlarda, mesleği ve statüsü her ne olursa olsun, anksiyetenin yanı sıra depresyon ve stres düzeyinde artış gibi sorunları da beraberinde getirmiştir.

İnsanlarda oluşan bahsettiğimiz bu kaygı bozuklukları ve depresyon, yalnızca pandeminin yayılma hızına bağlı olarak değil, birçok insanın işsiz kalması ile de ortaya çıkmış ya da artmıştır. Devam etmesi gerekli olan iş kollarında çalışma şekillerine yeni kurallar getirilmiş fakat bazı sektörler bu dönemde tamamen kapatılmışlardır. Alınan önlemler gereğince faaliyetine ara vermek zorunda kalan sektörler içerisinde eğlence sektörü, hizmet sektörü, eğitim sektörü, halı saha, müzikli mekanlar, restoran ve kafeler, sinema salonları ve spor salonları yer aldı. Kapanan bu sektörlerde çalışan insanlar oldukça zor bir ekonomik dönemden geçiyor. Yaşadıkları bu ekonomik sorunlar nedeni ile kaygı ve endişeye kapılmaktadırlar. Yaşanan gelir kayıpları sebebi ile de ruhsal bunalım yaşayabiliyorlar.

Ne yazık ki, hem fiziksel hem de ruhsal sağlık açısından insanlara destek sağlayan spor ise pandemi sürecinden olumsuz etkilenen sektörlerden biri olmuştur. Ülkemizde pandemi sürecinin başlaması ile kapatılan ve daha sonra yeni normalleşme döneminde kısıtlamalar ile faaliyetine devam edebilen spor salonları için son zamanlarda yeniden kapatılmanın söz konusu olduğu konuşuluyor. Kapatılmalarının yeniden gündemde olduğu spor salonları, bu zorlu süreçte %70-80 oranında boş kalmalarından dolayı zaten iflas etmenin eşiğine gelmişlerdi. Salon üyeleri sporlarına olabildiği kadar açık alanlarda ya da evlerinde devam edebilirlerken, spor salonlarında çalışan antrenörler ise ekonomik açıdan ne yapacaklarını düşünüyorlar. Pandemi sürecinin ne zaman sona ereceği de belirsizliğini korurken işine devam edemeyen spor antrenörleri ve hocaları gibi işine ara vermek zorunda kalan kişiler içinse, bu dönemde ruhsal olarak kendilerini geleceklerine motive etmeleri gerekiyor. Bu süreci karamsarlığa kapılmadan, kendilerine ve işlerine yatırım yaparak geçirenler süreç bitiminde yarının insanı olma yolunda bir adım atmış olacaklar.

Pandemi döneminin ne zaman biteceği ne yazık ki belirsizliğini korumakta. Ancak bu zorlu günlerin elbet bir son bulacağı da bilinmektedir. Hayat bu, yarının ne getireceği bilinmez. İnsan olarak her zaman olumsuz durum ve zorlu süreçler ile karşılaşabiliriz. Fakat önemli olan bunların üstesinden gelebilmek ve yarına umut ile sarılabilmektir.

Ünlü şairimiz Nazım Hikmet Ran’ın da dediği gibi:

Çocuklar inanın inanın çocuklar

Güzel günler göreceğiz güneşli günler

Motorları maviliklere süreceğiz

Güzel günler göreceğiz güneşli günler”

Dünya üzerinde binlerce çeşit insan bulunuyor. Bu insan çeşitlerinin hepsi dünyaya renk katıyor diyebiliriz. İnsan çeşitlerinden birisi de işitme engelli insanlar. İşitme engelli insanlar dünya nüfusunun en büyük azınlığını oluşturuyor.

OECD-AB VE Türkiye Verileri

OECD-AB VE Türkiye verilerine göre dünya üzerinde 1 milyar engelli bulunuyor. Bu sayı dünya nüfusunun yaklaşık olarak yüzde on beşine denk geliyor. İşitme engellileri sayısı Türkiye’de (Ulusal engelli veri tabanına göre) ise 1.559.222. Bu sayının da 72.000’ini işitme engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. İşitme engelli vatandaşlarımızın %27 ’sini 0-21 yaş, %36 ’sı 22-49 yaş, %37 ’si ise 50-64 yaş arası.

Kitlenin bu denli geniş olduğu durumlarda, verilen hizmetlerin, büyük kitlelere de hitap etmesi gerekmektedir. Bunu spor salonlarında verilen hizmetler olarak düşünürsek bu konuda atılacak birçok adım olduğunu görebiliriz. Atılacak bu adımlar hem işitme engelli insanlar için, hem de spor merkezi sahipleri için çift taraflı pozitif etki yaratacaktır.

İşitme Engelli Kişilerin Tarafından Etkileri

Pozitif etkilere, işitme engelli vatandaşlarımız tarafından bakacak olursak: engelli kişi salonda herkes gibi spor aktivitesini yerine getirebildiğinde engelinden uzaklaşacaktır. Bu durum psikolojik manada engelli bireyi pozitif etkileyecektir. Bireyin özgüvenini sağlamlaştırmasına fayda sağlayacaktır. İşitme engelli bireylerin, spor salonlarında engelleri yüzünden geri kalacakları bir durum ortaya çıkmayacaktır. Bu sebeple bireylerin salonlara gelmemesi için de herhangi bir sebep yoktur.

Spor Merkezleri Tarafından Etkileri

İşitme engelli insanların spor merkezlerine çekilmesinde en büyük faydalardan birini de spor merkezleri maddi açıdan sağlayacaktır. Bahsettiğimiz işitme engelli insanlar, verilen oranlara da bakıldığında nüfusun yoğun olduğu bir kitle. Salonlara işitme engelli bireylerin çekilmesi, aslında büyük bir grubun salonlara gelmesini sağlayacaktır. Fakat bunun kendiliğinden olmasını beklemek saçma olacaktır. Bunun için teşvik edici çalışmalar ve kampanyalar yapılabilir.

Teşvik edici çalışmalara ve kampanyalara örnek olarak, işitme engelli vatandaşlara yapılacak olan salon ücretlerinde ki indirim örnek verilebilir. Salona gelecek işitme engelli müşterilere ek indirimler yapmak onları salona çekecektir. Bu indirim salon için kayıp olarak görülmemelidir. Salona gelen her işitme engelli müşteri, bir sonraki işitme engelli müşteri için referans olacaktır. Bu referans zincirinin kopmaması için bireyleri teşvik edici antrenmanlar ve çalışmalar yapılmalıdır.

İşaret Dilinin Bilinmesi

İşitme engelli insanlar ın spor salonlarına çekilmesi için spor merkezleri salonlarında görevli antrenörlerini işaret dili eğitimi almış kişilerden seçebilirler. Spor salonunda işaret dili eğitimi almış antrenörün ya da eğitmenin bulunması, işitme engelli bireyin daha çok motive olmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda birey spor kariyerinde rol model alacağı kişiyi de bulmuş olur. Bu sayede salona bağlılıkları artacaktır. Herhangi bir salonda çalışmaktansa işaret dili bilen antrenörün bulunduğu salonu tercih etmek isteyeceklerdir.

İşaret dili sadece spor merkezlerinde bulunan antrenörler tarafından değil tüm bireyler tarafından bilinmelidir. İşaret dili, aynı zamanda geniş iş dünyasında beceri olarak sayılabilecek farklı bir eğitimdir. Kariyeriniz içerisinde daha farklı konumlarda olmanızı sağlayabilir. Kişi öğrendiği bu dil ile birlikte kendisine ve bir kişi bile olsa işitme engelli o kişiye değer katmak için gereklidir.

 

İşitme engelli insanlar ın spor merkezlerine çekilmesinde ki tek kazanç maddi kazanç değildir. Maddi kazancın yanında spor merkezleri de manevi kazanç sağlar. Salonun halkın tüm kitlelerine hitap etmesi, engelli dostu bir spor merkezi olduğunun bilinmesi insanların salona karşı oluşan düşüncelerine manevi katkılar sağlayacaktır. Bireyler spor merkezine karşı pozitif duygular besleyecektir. Bu manevi kazanç durumu aynı zamanda salonun maddi olarak da kazanç sağlamasına fayda sağlamış olacaktır. İnsanlar kendilerini manevi olarak iyi hissettikleri yerlerde bulunmak isterler.

Spor merkezlerinin, belirli fiziksel özelliklere sahip insanlara hizmet etmesi ve belirli özelliklere sahip olmayan insanlara hizmet vermemesi durumu söz konusu değildir. Bu nedenle salonlar içerisinde işitme engellilere karşı da negatif ayrımcılık yapılmamalıdır. Bireyler çeşitli yollarla spor merkezlerine teşvik edilmelidir. Ve işitme engelli insanlar ın spor merkezlerine çekilmesi için çaba sarf edilmelidir.

 

Pandemi sürecinde, birçok sektör işleyişine ara vermek ya da farklılıklar yaparak devam etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluklar sektörlerin geleceği açısından da büyük değişikliklere sebep oldular. Bu sektörlerden birisi de fitness sektörü. Pandemi sürecinin ardından fitness sektörünün geleceği ise bu işle uğraşanlar tarafından merak konusu olmuş durumda. Gelin hep beraber güncellenen dünya düzeninde spor endüstrisinin geleceği ne durumda olacak inceleyelim.

Pandemi Süreci Alışkanlıkları Bir Süre Devam Edebilir

Pandemi sürecinde, özellikle karantinada olduğumuz uzun süre boyunca spor salonları kapatıldı. Sürekli spor yapan bireyler bu durumda daha çok dijitale yöneldi denilebilir. Bu durumda kast edilen dijital, bireylerin kullandığı aplikasyonlar yani mobil uygulamalar, YouTube üzerinde fitness eğitimi veren kanallardır. Bireyler salonlara gidemediği için çoğunlukla bu yöntemleri kullandı. Bu yöntemler salonlardan daha ucuza mal olduğu için spor yapan bireylerin gelecek hayatında da yani fitness sektörünün geleceği içerisinde de, bir parçaları olmaya devam edecek gibi görünüyor.

Bununla bağlantılı olarak, internete düşen spor aplikasyonlarının sayısı da günden güne artıyor. Aynı zamanda Youtube üzerinden yayınlanan videolarda da sağlıklı yaşam ve fitness üzerine videoların da arttığını söylemek mümkün. Tam anlamıyla arz talep dünyası burada da karşımıza çıkmış gözüküyor.

Spor Salonları Kişiselleştirmeye Açık Olmalı

Bu salgın hastalığın uzun süre boyunca dünyadan yok olmayacağını artık herkes kabullenmiş vaziyette ve bu virüsle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu düzen içinde, spor endüstrisinde de değişiklikler yapılması gerekiyor. Bu değişiklikler arasında bir numarada kişiselleştirmeler yer alıyor. Spor salonları bu sürecin ardından, müşterilerine eskisi gibi toplu olarak hizmet veremeyecek. Bu durumda seyreltilmiş müşteri kapasitesiyle, hizmet verilmek zorunda kalınacak.

Yeni Kurallar Doğrultusunda Sorunlar ve Fırsatlar

Artık yeni kurallar var ve bu kurallar karşısında mali yükler artacak gibi gözüküyor. Özellikle pandemi öncesinde, satış konusunda deneyimsiz olan salonlar ve antrenörler bu süreç içinde büyük problemlerle karşı karşıya kalabilir. Fakat satış konusunda eğitim almış olan antrenörler bu süreci yıpranmadan atlatabilir. Çünkü dijitalleşme artmış olsa bile salonlara gelmeyi özleyen ve salon sporu yapmayı alışkanlık haline getirmiş büyük bir kesim var.

Sektöre karşı büyük önyargılar artmış durumda. Önyargılar arasında en büyüğü ise salonların temizlik ve hijyeninin eksik olabileceği. Spor salonunuzda bu yönden tüm önlemler alınmalı. Fakat bu yeterli olmayacaktır. Müşterilerinize vermiş olduğunuz bu hizmetin pazarlamasını yani geniş kitlelere tanıtımını gerçekleştirmeniz gerekmektedir.

Gelecekte Fitness

Deloitte’un Avrupa raporuna göre fitness sektörü 27,3 milyar avro hacme sahip. Bu geniş hacim pandemi sürecinin ardından farklı bir yöne evirilme eğiliminde. Birçok sektör gibi fitness sektöründe de dijitalleşme yaşanacak. Bu duruma ayak uydurmak isteyen antrenörler ve salon sahipleri müşterilerini kaybetmemek için onlara dijital hizmet sağlamalılar. Bu gerekse mobil uygulamalar ile gerekse farklı yollar ile gerçekleşebilir.

Çevrimdışı ve çevrimiçi mobil uygulamalar pandemi sürecinde birçok kişinin yöneldiği yöntemlerden bir tanesi. Kullanıcılar bu uygulamalar sayesinde dijital antrenörlere bile sahip olabiliyor. Fakat dijital antrenörler, belirli algoritmalarla yazılmış oldukları için ve kişilere özel hizmet veremeyeceği için bireyler bir noktada yine beşeri hizmet peşine düşüyor. Bu noktada antrenörler çevrimiçi hizmet fırsatını müşterilerine sunarak kişiye özel hizmet koşullarını müşterilerine sunabilirler.

Çevrim içi ve çevrimdışı uygulamaların yanında, pandemi sürecinden sonra en çok kullanılacak yöntemlerden biri ise yine dijital antrenörler ile fitness. Antrenörler hazırladıkları videolar ile müşterilerine hizmet sunabilecek. Eğer sizlerde bu hizmet sektörü içerisinde yer alıyorsanız, bir an önce bu dünyaya giriş yapmanızı tavsiye ederiz. Sizlerde fitness sektörü geleceği içerisinde kendinizi görmek istiyorsanız bu güncellemeleri yapmalısınız. Zira dünya üzerinde dijitalleşme hız kesmeden devam edecek ve dijitalleşme fitness sektörünü de içine alacakmış gibi gözüküyor.

Türkiye’de spor yapanların eğitimlerinde geriye kalacakları yanılgısı yaşanmaktadır. Bu büyük bir yanılgıdır. Spor,eğitimi destekler çünkü çocuklar spor yaparlarken fark etmeden ; Zaman kullanımı, takım olma, kazanma-kaybetme,özgüven kazanımı gibi bir çok şey öğrenirler. Aileler sporun destekçisi olmalı…